top of page

ikinci yarı

Ekran%20Resmi%202021-04-02%2022.28_edite
Pergamon Akropol Tiyatrosu. Fotoğraf: Yücel Tunca-2018
Antik Dönemde Seyir Pratikleri

ANTİK DÖNEM

BERGAMASI'NDA

SEYİR PRATİKLERİ

Bergama denilince akla gelenler arasında Pergamon Akropolü ve Asklepion hiç kuşkusuz en başta yer alır. Antik dönemin baş döndürücü izlerini görebileceğimiz bu ören yerlerindeki ve hatta bunların dışında henüz kazıları tamamlanıp ortaya çıkartılmamış diğer tiyatrolar binlerce yıl öncesinin seyir pratiklerinin muhteşem mekânları olarak özel ilgiyi hak ederler. Bergama, on binlerce izleyiciyi bir araya getirebilen antik tiyatroları ile köklü bir seyir kültürünün de merkezi konumundadır.

Şimdi gelin, arkeolog Bülent Türkmen ile antik Bergama tiyatrolarının hikâyesini konuşup, bu seyir kültürünün antik çağdaki görünümünü hayal etmeye çalışalım ve o noktadan sıçrayarak çağdaş seyir pratiklerini araştırmayı sürdürelim.

DSLR makine_PNG.png

Pergamon Akropol Tiyatrosu. Fotoğraf: Yücel Tunca-2018

“Bergama’da mevcutta biri amfitiyatro olmak üzere dört tane antik tiyatro yapısı var. Pergamon Krallığı’nın var olduğu Hellenistik Dönem’de Pergamon Akropolü'nde bildiğimiz dik yapısıyla meşhur olan tiyatro bunlardan biri. Bizde ‘en’ ve ‘ilk’ler çok sevildiği için bu tiyatro oldukça meşhur. ‘En dik tiyatro bizde’ diye övünülür ama bu pek de iyi bir şey değil tabi. Çünkü oturma basamaklarının oluşturduğu kaveanın yarım daire formunda olmaması sahnedeki sesin dağılımını olumsuz etkileyecektir.

Bu tiyatronun kapasiteyi arttırmak amacıyla yukarıya doğru yayılmış bir yapısı var. Dik olmasından daha önemli bir başka özelliği sahnesi aslında. Portatif bir ahşap sahneye sahip. Halen daha o ahşap dikmelerin oturtulduğu yerleri görebiliyoruz. Dolayısıyla tiyatronun sökülüp takılabilen bir sahnesinin olması önemli bir özellik.  Eğimli araziye tiyatronun sahnesini inşa edebilmek için bir teras oluşturmak zorunluluğu doğmuş. Tiyatronun bu sahne terasının kuzey ucunda, şarabın, eğlencenin, tiyatronun tanrısı olan Dionysos’a ait bir tapınak var. Tapınağa gitmek için tiyatronun sahnesinin olduğu alandan geçmek gerekiyor. Tapınakta bir ayin yapılacağı zaman sökülen, tiyatro oynandığında tekrar kurulan ahşap sahne yapısı, 10 bin kişilik kapasitesi olan Pergamon kale tiyatrosunun en önemli özelliği.

MUSIC_PNG.png

Mystery

Onur Meriç Tunca

00:00 / 02:10

“Amfitiyatro ile ilgili Türkiye'de yanlış bilinen bir nokta var. Antik dönemde yapılmış olan bütün tiyatrolar için amfitiyatro terimi kullanılıyor. (...) Oysa birbirinden farklı iki forma sahip olan yapılardır bu tiyatrolar ve amfitiyatrolar."

Roma Dönemi’nde kent ovada yayılmaya başlıyor. Kale Tepesi diye adlandırılan ve Selinos Çayı’nın kıyılarına kadar Hellenistik Dönem’de genişleyen kent, Roma Dönemi'nde düz ovaya da yayılıyor. Kızıl Avlu, tiyatro, amfitiyatro, stadium, hamam gibi kamusal yapılar inşa ediliyor. Atmaca Mahallesi'ndeki tiyatro, amfitiyatro ve stadium yapıları eğlence kültürünün bu bölgeye kaydığını gösteriyor. Bugün bu bölgede Romanlar yaşıyor ve burada eğlence kültürünü devam ettiriyorlar…  Atmaca Mahallesi'ndeki her iki tiyatronun da bu yıla kadar henüz bir kazısı yapılmamıştı. Kazı çalışmalarına bu yıl (2019) başlanan amfitiyatro, Atmaca Mahallesi’nin hemen arkasındaki Telli Dere’nin üzerinde inşa edilmiş. Atmaca’daki bir diğer tiyatro ise aşağı kentte yer aldığı için bugün Aşağı Kent Tiyatrosu olarak adlandırılıyor. Bunlar muhtemelen Hadrianus (117-138) Dönemi yani MS 2. yüzyılın başlarında inşa edilmiş. Pax-Romana (Roma Barışı) dediğimiz savaşsız yüzyılda... Roma Dönemi’nden bugün ayakta gördüğümüz yapıların çoğu II. yüzyılın ilk yarısına, Traianus, Hadrianus dönemine denk geliyor.

Amfitiyatro ile ilgili Türkiye'de yanlış bilinen bir nokta var. Antik dönemde yapılmış olan bütün tiyatrolar için amfitiyatro terimi kullanılıyor. Bu, Türkiye’deki mimarlık fakültelerinde de, tiyatro bölümlerinde de böyle öğretiliyor maalesef. Oysa birbirinden farklı iki forma sahip olan yapılardır  bu

DSLR makine_PNG.png

Bülent Türkmen - Bergama 2020

Fotoğraf: Yücel Tunca

00:00 / 04:25

tiyatrolar ve amfitiyatrolar. Amfi (Amphi) Yunanca’da,  karşılıklı iki şeyi anlatır. ‘Karşılıklı’, ‘ikili’ gibi bir anlama gelir Türkçe’de. Yarım daire veya at nalı formundaki tiyatroların aksine amfitiyatrolar yuvarlak ya da elips şeklinde bir forma sahiptir. Yani amfitiyatro dediğimizde Roma’daki Colosseum akla gelsin. Dolayısı ile Anadolu'daki antik kentlerdeki yapılar, amfitiyatro değil tiyatrodur. Antik döneme ait oldukları için de antik tiyatro demek daha doğrudur. İşte Bergama’da bahsettiğimiz yuvarlak forma sahip olan bir amfitiyatro var. Anadolu'da buradakinin dışında sadece iki yerde daha var. Biri Kyzikos’da (Erdek, Balıkesir), diğeri de Akdeniz bölgesinde… Onların pek kalıntısı yok, o yüzden formunu takip edemiyorsunuz. Ama Bergama'daki amfitiyatronun bütün çanağını, kaveasını görebiliyorsunuz. Bütünlüklü olarak Anadolu'da görebileceğimiz tek amfitiyatro olması nedeniyle büyük önem taşıyor.

(Bülent Türkmen ile yaptığımız birebir görüşmeden kısa bir süre sonra çeşitli yayın organlarında, Aydın’ın Nazilli ilçesi sınırlarındaki Mastaura antik kentinde bir amfitiyatronun bulunduğuna dair haberler yer almıştı. Basın kuruluşlarına yaptığı açıklamalarda, amfitiyatronun Anadolu’daki en iyi korunmuş örnek olduğunu vurgulayan Adnan Menderes Üniv. Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Dr. Sedat Akkurnaz, bin 800 yıllık yapının yaklaşık 100 metre çapa ve 360 derecelik oturma sıralarına sahip olduğunu belirtiyordu. 2020 yılında beş ay süren bilimsel çalışmalarla gün yüzüne çıkartılmaya başlanan yapının İtalya’daki Colosseum’un orta çaplı bir benzeri olduğu söyleniyor. - YT)

Berlin'deki Bergama Müzesi'nde bulunan Pergamon Akropolü maketi.
TLR makine_PNG.png

Berlin, Bergama Müzesi'nde

bulunan Pergamon Akropolü

maketi. (Maket: H. Schleif/

Yenileme: K. Stephanowitz)

Antik tiyatroların kapasitesi konusunda farklı fikirler var. Örneğin amfitiyatro için Ekrem Akurgal bir sayı söylüyordu ama biraz abartılı gibiydi. 50 bin gibi bir kapasiteden bahsediyordu. Ben de bir sayı söylesem o da yanlış olur. Bu yıl itibariyle başlayan çalışma biraz olgunlaşınca daha doğru bir bilgiye sahip olabiliriz. Aşağı Kent Tiyatrosu'nun da 20-25 bin gibi bir kapasitesi olduğu söyleniyor. Dediğim gibi bu söylediklerim, ölçümler tam olarak yapılıp ortaya konulmuş rakamlar değil. Çünkü bu ikisinde kazılar ya yapılmadığı ya da tamamlanmadığı için net bilgi yok.

Dördüncü olarak da Asklepion'un içerisinde çok daha küçük boyutlu bir tiyatro mevcut. O da 3 bin 500 kişilik. Onunkini biliyoruz. Diğerleri ile karşılaştırdığımızda daha küçük boyutta kalıyor. Şu anda da Bergama’da dönem dönem kullanılan tek antik tiyatro. Antik dönemden bir tiyatronun, 2000 yıl öncesine ait bir yapının halen kullanılıyor olması önemli.

Bu dört tiyatronun kapasitesini topladığımızda sayı neredeyse 100 bine yaklaşıyor. Biraz düşürsek bile, 70-80 bine ulaşan bir sayıdan bahsediyoruz. Ama bu şöyle anlaşılmamalı: ‘Bergamalılar tiyatro izlemeyi çok seviyordu, sürekli tiyatroya gidiyordu.’ biçiminde değil. Antik dönemde bugünkü festivaller gibi büyük festivaller yapılıyor. Olimpiyatlar gibi belli aralıklarla yapılan festivallerin yanı sıra, bağ bozumunda, baharın gelişinde, kentin koruyucu tanrıçası Athena'ya, tanrıça Demeter’e, krallara adanan bazı festivaller var. Bu festivallere sadece Bergama'da yaşayanlar gelmiyor. Civar kentlerden, Yunanistan'dan, adalardan, başka kent devletlerinden de katılanlar oluyor. Bu yüzden büyük kapasiteli yapılar yapılmış. Çünkü Bergama Roma'nın Anadolu'daki en büyük kentlerinden biri ki Roma'nın Anadolu'ya gelmesine sebep olan kent aynı zamanda. Roma'nın burada bu kadar çok yapı yapmasının sebeplerinden biri bu aslında.

DSLR makine_PNG.png

Asklepion Tiyatrosu. 

Fotoğraf: Yücel Tunca-2019

Asklepion tiyatrosu. Fotoğraf: Yücel Tunca

Bunlar dışında bugüne kadar tespit edilmiş üç tane de yine form olarak tiyatro formunda inşa edilen odeon dediğimiz yapılar mevcut. Bunlardan bir tanesi Gymnasium'un içinde; bir tanesi Diodoros Pasparos diye MÖ 1. yüzyılda, Bergama'yı yeniden canlandıran Roma'da konsüllük yapmış bir yönetici var, onun kahramanlaştırıldığı, ona adanmış bir Heroon'un içinde; bir de düzlükte İsmet İnönü Caddesi’nin İstiklal Meydanı’na yakın kısmında, sağda kocaman bir duvarının görülebildiği yer… Orası da üçüncüsüdür. Evlerin arasında sıkışmış durumda şu anda ama yukarıdan planı görülebiliyor bu odeonun. Odeon, müzik dinletilerinin yapıldığı yerlere verilen bir isim. Küçük yapılar olduğu için üzerleri kapatılabilir, dolayısı ile kışlık tiyatro gibi de kullanılırlar ama esas olarak müzik dinletilerinin yapıldığı yerlerdir. Küçük dememize karşın yer yer bin kişi kapasiteli yerler olduğunu da söylemek lazım. Bugün Bergama’da 350 kişilik bir tiyatromuz olduğu düşünülürse onların o kadar da küçük olmadığı anlaşılır. Odeonlar kış dönemlerinde Pergamon'un kendi iç dinamikleri kapsamında yapılan etkinliklerde kullanılıyordu muhtemelen. Gymnasium’daki odeon 1.000 kişilik bir kapasiteye sahipken, Diodoros Pasparos Heroonu’ndaki 120 kişiliktir. Aşağı kentteki odeon ise konutların arasında kaldığı ve bu yüzden incelenemediğinden kapasitesi şimdilik bilinmiyor.

İlk etapta sadece akropoldeki tiyatro vardı. II. Eumenes Dönemi’nde (MÖ 197-159) yapılmış bu tiyatro. Belki daha erken dönemde orada bir yapı vardı; onun üzerine yapıldığını söyleyen araştırmacılar da var ama bu çok net değil. Roma Dönemi’nde akropol tiyatrosunun tadilat geçirdiği de biliniyor. Asklepion'un içinde de yine Hellenistik Dönem’de yukarıdaki tiyatro ile aynı dönemde yapılmış bir tiyatro yapısı olduğu biliniyor ama Roma Dönemi’nde orası tamamen tekrar elden geçirildiği için daha erken döneme dair fazla bir iz bulamıyoruz.

Aşağı şehirdeki tiyatro, amfitiyatro ve Asklepion’daki tiyatro yapıldığında akropoldaki tiyatro da kullanılmaya devam ediyordu. Dolayısı ile aşağıdaki tiyatrolar kullanılırken yukarıdaki de kullanılıyordu. Belki şöyle bir şey olabilir: Yukarıdaki daha çok klasik dönem tragedyaları, hatiplerin konuşmaları ve toplantılar için kullanılıyordu. Çünkü tiyatrolar sadece tiyatro oyunları için değil başka etkinlikler için de kullanılmaktaydı. Roma Dönemi’nde revaçta olan gladyatör ve vahşi hayvan dövüşleri ise aşağı kentte inşa edilen amfitiyatroda, araba yarışları gibi oyunlar da stadion da yapılmaktaydı. Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz: Üç tiyatro, bir amfitiyatro ve üç odeon, hepsi aynı dönemde kullanılmaktaydı. MS 2. yüzyılda hepsinin aktif olarak kullanıldığını söylemek mümkün.

“Aşağı şehirdeki tiyatro, amfitiyatro ve Asklepion'daki tiyatro yapıldığında akropoldeki tiyatro da kullanılmaya devam ediyordu."

“Bahsettiğimiz antik tiyatro sahnelerinde antik dönem tragedyalarının çoğu oynanmış."

MS 3. yüzyılın ikinci yarısında yaşanan depremde Asklepion ciddi bir tahribata uğruyor. Orası o dönemden itibaren önemini yitirmeye başlıyor. Aşağıdaki iki tiyatronun, dediğim gibi, kazısı yapılmadığı için en son ne zaman kullanıldığına dair bilgimiz yok. Yukarıdaki tiyatro da biraz Bizans Dönemi ile birlikte gözden düşmeye başlıyor. Oralara kiliseler yapılmaya başlanıyor. Sahne kısmında bir kilise kalıntısı var mesela. Yukarıdaki Athena Tapınağı'nın olduğu alana, aşağı agoraya, Kızıl Avlu’ya da kilise inşa ediliyor.  4. yüzyılın son çeyreğinde Hristiyanlık’ın devletin resmi dini olmasıyla pagan ritüellerin yasaklanması sonrasında başlayan ve 6. yüzyıla uzanan süreçte önemini yitiriyor diyebiliriz tiyatro yapıları için. MÖ 776 yılında yapılmaya başlanan olimpiyatlar da Hristiyanlık ile birlikte MS 393 yılında yasaklanıyor. Hristiyanlık yaygınlaştıkça bu tür etkinlikler önemini yitirmeye başlıyor. Paganizm ile Hristiyanlık arasında bir çatışma söz konusu. İlk başta onlar Hristiyanları katlediyor. Bizim buradaki amfitiyatroda da böyle bir olayın yaşandığı aktarılır. Çok büyük katliamların yaşandığı söylenir. Hristiyan Bizans da bir önceki kültüre saldırıyor sonrasında.

Bu alanların Osmanlı'da kullanımı söz konusu değil tabi. Dolayısıyla yaklaşık 1500 yıldır kullanılmıyor bu tiyatro yapıları.

Bahsettiğimiz antik tiyatro sahnelerinde antik dönem tragedyalarının çoğu oynanmış. Homeros Destanı'ndan sahneler, Aiskhylos’un oyunları, Sofokles’in, Euripides’in tragedyaları gibi birçok oyun sahneleniyordu. Özellikle amfitiyatroda gladyatör oyunlarının oynandığını da biliyoruz. Bir antik kaynakta, burada bir gladyatör okulunun varlığından da söz ediliyor. Bizim amfitiyatro da bu oyunlara form bakımından uygun bir yapı. Hekim Galenos'un oradaki yaralı gladyatörler üzerinde çalıştığını da biliyoruz. Asklepion'da yine tiyatrolar, müzik dinletileri, bazı toplantılar yapılmaktaydı. Aristides (117-181) Asklepion’da, dönemin edebiyatçıları, yazarları, sanatçıları ile toplanıp sohbetler ettiğini aktarıyor. Sohbet ettikleri yer tiyatro mu, oranın kütüphanesi mi, tam bilemiyoruz ama bu tür bir kültür sanat merkezi gibi, dönemin aydınlarının, ileri gelenlerinin buluştuğu bir yer olduğu için oralardaki alanları da tabii ki kullanıyorlardır.

Tiyatronun, eğlencenin, şarabın tanrısı Dionysos olduğu için antik çağda festival dendiğinde ilk akla gelen tanrıdır. Ama bu festivallerin sadece tanrı Dionysos adına yapıldığı anlamına gelmez. Örneğin Pergamon’da kentin koruyucu tanrıçası Athena adına, tanrıça Demeter adına ve Pergamon kralları adına düzenlenen festivaller var. Bu festivallerin çoğu bir tanrı ya da tanrıçaya adanmış olsa da günlük yaşamda karşılıkları bulunuyor.  Mesela bağ bozumu döneminde yapılan festivaller, baharın gelişini karşılayan festivaller gibi. Bugünün dinleriyle karşılaştırıldığında dini festivaller demek pek doğru olmuyor. Günlük yaşamın bir parçası olarak ürünleri toplayıp onun bereketi üzerinden yapılan etkinlikler. Bir şekilde bir tanrıya, tanrıçaya bağlasalar da daha çok günlük yaşamdaki değişimlere dair, berekete, bolluğa dair etkinlikler olduğu için bunu söyleyebiliyoruz. Roma İmparatorluğu Dönemi’nde ise şiddet içerikli oyunların ön plana çıktığı görülüyor. Vahşi hayvan dövüşleri, gladyatör dövüşleri gibi…  Ayrıca siyasi kürsü olarak da bu tiyatrolar ve sahneleri kullanılıyor elbette. Çünkü halkı topladıkları alan orası…

Antik dönemde bu tiyatrolardaki bazı etkinliklerde bilet uygulaması olduğu da bilinmekte. Kazılarda ele geçen tiyatro biletleri mevcut. Hatta bazı tiyatrolarda, stadiumlarda oturma basamakları üzerinde bir ailenin ismine rastlıyoruz. Bu da günümüz deyimiyle ‘kombine bilet’ alındığını, yani o kısmın ayırtıldığını gösteriyor.

Bergama Kermesi'nde Asklepion Antik Tiyatrosu'nda sahnelenen bir folklor oyunu.
TLR makine_PNG.png

Bergama Kermesi sırasında Asklepion Antik Tiyatrosu'nda sahnelenen bir folklor oyunu.

Fotoğraf: Ali İhsan Güngül aile albümü-1964

Bu tiyatrolar genelde bulunduğu kentin adıyla anılıyor. Genelde özel bir isimleri yok, istisnalar hariç tabi. Roma’daki Colosseum, mesela.

 

Kazılarla birlikte ortaya çıkarılan akropol ve Asklepion’daki tiyatrolar 1937 yılında başlayan Bergama Kermesi ile birlikte tekrar kullanılmaya başlanıyor. İlk kermesin açılışı akropoldeki tiyatroda yapılmış. 1940’lı yıllardan günümüze kadar Asklepion’daki tiyatro Bergama Kermesleri’nde kullanıldı. Bu aslında Osman Bayatlı'nın etkisi. Bayatlı, kente büyük katkısı olan biri. Hem Kermes'in başlamasına, hem müzenin kurulmasına öncülük etmiş, sadece kent merkezinde değil, kırsal alanda da somut olmayan kültürel değerleri de kayıt altına almış, Tahtacı kültürünü, Çepniler’in geleneklerini... O kaydetmemiş olsaydı, şimdi Bergama’nın somut olmayan kültürel mirası hakkında çok az bilgiye sahip olurduk.” 

BERGAMA'NIN BAYRAMI KERMESLERDE  SİNEMA

Kermeslerde Sinema

Bergama’yı özel kılan kültürel değerlerin içinde bir tanesi var ki beraberinde getirdiği birçok tartışmaya karşın kentin kimliğine eşsiz bir katkı yapıyor: Kermes. 1937’den günümüze kadar aralıksız her yıl yapılan ve halk arasında ‘Bergama’nın düğünü’ ya da ‘Bergama’nın bayramı’ olarak da anılan Kermes Şenlikleri, Fransa’nın Nice kentiyle birlikte dünyanın ikinci yerel festivali olarak biliniyor.

Nebil Özgentürk, 2018 yılında yayınlanan Tarihin Işığında Cumhuriyet’in İlk Şenliği: Bergama Kermesi belgeselinin kitabında Kermes’i şöyle anlatıyor:

“Kermes, Anadolu’daki en verimli, en zengin antik toplumların beşiklerinden olan Bergama’da, her yıl mayısın ya da haziranın başında yapılan festivalin adıdır. Antik çağların, Anadolu’nun kadim kültürlerinin ‘Bahar Şenlikleri’ne denk düşen zamanlamasıyla, uygarlıkların beşiği Bergama’nın yerel bayramıdır. (…)

Hatta Bergama’yla o denli özdeşleşmiştir ki, bir anlamda binlerce yıl önce bu bölgede yaşayan, hüküm süren, eser bırakanlara da bir şükran borcudur Kermes…”

MUSIC_PNG.png

Hotel Capriccio

Onur Meriç Tunca

00:00 / 01:04
Bergama Kermesi'nin ilki 1937 yılının 22-28 Mayıs tarihleri arasında yapıldı.
Bergama Kermesi'nin ilki 1937 yılının 22-28 Mayıs tarihleri arasında yapıldı.
TLR makine_PNG.png

1937 yılının 22-28 Mayıs tarihleri arasında ilki yapılan Bergama Kermesi günümüze kadar kesintisiz olarak her yıl gerçekleştirildi. (Üstte ve sağda) (BERKSAV-Belleten/20)

Akşam gazetesi. 28 Mayıs 1937
TLR makine_PNG.png

Akşam gazetesi

28 Mayıs 1937

Kaynak: İÜ Gazeteden Tarihe Bakış Projesi dijital arşivi

1934 yılında Bergama’yı ziyaret eden Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘Burasının dahilde ve hariçte kendini tanıtması lazımdır. Bu müstesna yurt köşemizin insanları için bir panayır, bir şenlik yaparak tanıtma imkânı verilmelidir.’ demesi üzerine hazırlıkları yapılıp 1937 yılında başlatılan Kermes, yerel kültürün tanıtımına yönelik olarak düzenleniyor ve programında sanatsal etkinliklere, spor karşılaşmalarına, folklorik gösterilere, el zanaatları sergilerine yer veriliyor. Kermesler bunların yanı sıra birçok farklı etkinliğe de sahne oluyor. Kermes takvimindeki etkinliklerin kapsamı düzenleme komitelerinin yapısına göre ve zamanının popüler etkenlerine bağlı olarak değişiyor. Öte yandan İsmet İnönü’nün 1943 yılında Ankara Halkevi’nde izlediği Kral Oidipus piyesinden sonra ‘Bu klasikleri harpten sonra, bütün dünyaya, Bergama tiyatrolarında göstereceğiz.’ sözleri üzerine Kermes günlerinde antik tiyatrolar yeniden hayat buluyor ve tiyatro Kermes programlarının uzun yıllar boyunca en önemli etkinliği haline geliyor.

1937 yılının 22-28 Mayıs günlerinde yapılan ilk Kermes’e 10 bin kişinin (Aynı dönemde Bergama kent merkezinde yaklaşık 15 bin, köylerde ise 43 bin kişi yaşamaktadır.) katıldığı biliniyor.

 

1934 yılında açılan ve araştırmacı Eyüp Eriş’in ‘bir halk okulu’ diye nitelediği Halkevi’nin organizasyonunda önemli roller üstlendiği Kermeslerin ilk yıllarında düzenleme komitesinde Osman Bayatlı gibi büyük değerlerin yanı sıra Bolşevik Cavid Bey’in teyzesinin oğlu avukat Mustafa Haluk Ökeren de Halkevi Başkanı olarak yer almaktadır. İlginçtir, 1939-43 yılları arasında Halkevi Başkanı olarak görev yapan Ökeren, daha sonra Demokrat Parti’ye geçecek, önce Tokat, ardından da İzmir milletvekili olacak ve üyesi olduğu parti 1951 yılında Halkevleri’nin kapatılması kararını verecektir.

Kermesler'in 80 yılı aşkın tarihine baktığımızda, etkinlikler içinde sinemaya çok az yer verildiğini görürüz. Kermes'in ilk yıllarında çeşitli belgesel ve eğitici film gösterimlerine alan açılmıştır. Yedi gün süren 1939 Kermesi’nin beş gününde film gösterimleri yapılacağı bilgisi basın bülteninde yer almaktadır:

“Bu arada parti ve Halkevi yararlı hareketlerde bulunuyor. Projeksiyon makinesi ile film ve resimler gösteriliyor.”

İkinci Kermes'in afişi. 1938
TLR makine_PNG.png

İkinci Kermes'in afişi.1938 

Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.

4. Kermes broşürü. 1940
TLR makine_PNG.png

4. Kermes'in program broşürü.1940

Kaynak: Nejat Çetinok arşivi

1941’deki 5. Kermes programında ise ilk kez program başlığı olarak ‘Sinema’ yazılmıştır ancak programda, hangi filmlere yer verileceğine ilişkin bilgi bulunmamaktadır.

1944 yılında, bir yıl öncesinde İsmet İnönü’nün Ankara’daki beyanını takiben Bergama’yı Sevenler Cemiyeti kurulur. M. Haluk Ökeren ve Bergama Müzesi Müdürü Osman Bayatlı’nın yanı sıra maarif memuru Haluk Elbe, dönem kaymakamının eşi Nermin Orhon, Halkevi Edebiyat Kolu Başkanı Orhan Yurdun, İzmir Milletvekili Rahmi Köken, CHP İlçe Başkanı Hasan Çelebioğlu, Belediye Başkanı Sami Altan ve Bergama Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı İsmail Pamukçu kurucular arasında yer alır. Cemiyetin ilk faaliyeti aynı yıl çok hızlı ve zahmetli bir çalışmayla Asklepion tiyatrosunun restorasyonunu yaptırmak olacaktır. Böylelikle 20 Mayıs’taki 8. Kermes açılışı 5 bin kişinin katılımı ile Asklepion Antik Tiyatrosu'nda yapılabilecektir.

Asklepion'da Kermes. 1940'lar
Asklepion'da Kermes. 1940'lar
TLR makine_PNG.png

1940'larda Asklepion'da düzenlenen Kermes etkinlikleri ve tiyatro oyunları.

(Üstte ve sağda) BERKSAV-Belleten/20

Aynı yıl Mustafa Halûk Ökeren 26 Mart’ta Ankara Radyosu’nda okuduğu ve daha sonra Bergama Sevgisi adlı kitabında da yayınlayacağı metinde, İsmet İnönü’nün 1943’teki sözlerini hatırlatarak Bergamayı Sevenler Cemiyeti’nin kuruluş gerekçesini anlatır:

“Bundan haberdar olunca, Bergama’da bir teşkilât yapmak lüzumunu hissettik. Düşündük ki, bu yüksek arzu yerine getirileceği zaman, hiç olmazsa Bergama Akropolü’ne biraz daha kolay çıkılabilsin, akropoldeki tiyatrolar biraz daha restore edilmiş olsun.

O Akropol ki, atalarımız orada bütün dünya insanlığının özlediği, hayran hayran tahahyül ettiği bir masal hayatı yaşamıştır.

O tiyatrolar ki, Bergama Devletinin en mesut devirlerinde şiir, sanat ve spor gibi güzelliğin en bediî tecellilerine sahne olmuştur.

Millî kültürümüze yeni bir hız verecek olan bu güzel hamlenin tahakkuk edeceği gün, alnını yılların buruşturup dehanın parlattığı yaşlı bir sanakârın faziletli başı gibi vakarla yükselen Akropolün şahikasından kültür hayatımızı yeni bir güneşin ışıkları aydınlatacaktır.

Düşündük ki, bu emrin gerçekleştiği gün, eski devrin sanat eserleriyle yeni Türkiye sanatkârlarını görmeğe gelecek olan ve kalplerinde sanat, tarih ve güzellik aşk ve heyecanı çarpan insanlığı, ayni sanat duygulariyle karşılamak için idealist insanların kuracağı bir cemiyet lâzımdır. İşte bu ihtiyaçtan ve bu düşüncelerden Bergamayı Sevenler Cemiyeti doğdu. Bu arzu ve bu düşünce cemiyetimizin ilham kaynağı oldu.”

1945 yılında, bu kez Pergamon Akropolü’nün muazzam eğimiyle ünlü tiyatrosunda yaklaşık 5 bin kişi neredeyse iki bin yıllık aradan sonra ilk kez Baküs (Dionysos) Töreni temsilini izleyecektir.

1946’da yapılan 10. Kermes programında 1941'de olduğu gibi yine adları ve detayları verilmemiş olan film gösterimleri yapılır.

1947 yılında ise Halkevi’nde saat 22.00’de Sinema ve Bergama Filmi’nin izleneceği duyurulur.

Bu gösterimler her yıl programda yer almaz. 1948 ve 49 yıllarının etkinlik takviminde yer almayan film gösterimlerine 1950’deki 14. Kermes’te İzmir Amerikan Haberler Bürosu’nun çeşitli konular üzerine hazırladığı filmlerle devam edilir.

Sinema gösterimlerinin programa alınmadığı sekiz yıllık bir aradan sonra 1958 yılındaki 22. Kermes’te 23 Mayıs Cuma akşamı yine İzmir Amerikan Haberler Bürosu tarafından eğitici filmler gösterilir. Ertesi gün ise o yıllarda Cumhuriyet Alanı denilen Cumhuriyet Meydanı’nda orta oyunu ve milli oyunların yanı sıra film gösterimi yapılır.

1959 yılındaki 23. Kermes’te de yine Cumhuriyet Alanı’nda benzer bir akşam etkinliği vardır; orta oyunu, milli oyunlar ve film gösterimi gerçekleştirilir.

1960 yılına gelindiğinde, 27 Mayıs Askeri Darbesi’nden 10 gün önce Bergama’ya gelip Bergama Pamuk İpliği ve Dokuma Fabrikası’nın (Sümerbank) açılışını yapan Başbakan Adnan Menderes sayılı günler sonra yaşanacaklardan habersiz, kürsüden CHP’ye yüklenir:

“Maceraları bertaraf etmekte kararımız çok katidir.”

Menderes’in de katıldığı 17 Mayıs’taki Sümerbank fabrikasının açılışından üç gün sonra 24. Kermes başlar ve darbeden dört gün önce biter.

1945 yılında, bu kez Pergamon Akropolü'nün muazzam eğimiyle ünlü tiyatrosunda yaklaşık 5 bin kişi neredeyse iki bin yıllık aradan sonra ilk kez Baküs (Dionysos) Töreni temsilini izleyecektir."

Bergama Çığır gazetesi. 25 Mayıs 1963
TLR makine_PNG.png

Çığır gazetesi

25 Mayıs 1963

Kaynak: Milli Kütüphane DA

1960 Kermes’i de sinemaya yer verilmeyen şenliklerden biri olmuştur.

1963 yılında, İzmir Amerikan Haberler Servisi’nin müdürü ve eşi Bergama Kermesi’ne katılmış ve getirdikleri 16 filmin gösterimi, Bergama Halk Eğitim Merkezi Film Kolu iş birliğiyle Kermes boyunca şehrin çeşitli bölümlerinde yapılmıştır. Bergama Çığır gazetesinin 25 Mayıs 1963 tarihli sayısındaki bir haberde, program dahilinde gösterilecek filmlerin isimleri tek tek yazılmıştır.

1964 yılında yapılan 28. Kermes programına ise şöyle bir not düşülmüştür:

“Bergama Halk Eğitimi Merkezi ve Amerikan Haberler İzmir Bürosu tarafından meydanlarda öğretici filmler gösterilecektir.”

1966 yılından itibaren Bergama Belediyesi tarafından düzenlenmeye başlanan Kermeslerde, 1980 yılına kadar herhangi bir belgesel, öğretici ya da sinema filmi gösterimi yapılmadığını görürüz.

54. Kermes haberleri. 1990
TLR makine_PNG.png

1990 Kermes'i. 

Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.

İlk kırk yıl boyunca mayıs ayının son haftasında düzenlenen Kermesler, 1977 yılından itibaren haziran başına alınır. 1980 Kermes’i de Haziran ayının ilk yarısında yapıldığı için üçüncü askeri darbenin yasak ve sınırlamalarından etkilenmeyecek, 44’üncüsü yapılan şenliklerin programında popüler kültür patlaması yaşanacaktır. Belediye Başkanı Rıfat Serdaroğlu’nun Yeşilçam’ı Bergama’ya taşıdığı 1980 yılında Necla Nazır, Perihan Savaş, Ali Poyrazoğlu, Korhan Abay, Aydemir Akbaş, Filiz Akın, Nazan Şoray, Hülya Koçyiğit, Selma Güneri, Fatma Girik, Zeki Alasya, Metin Akpınar Bergama’ya gelir. Ünlüler nikâh şahitliği yapar, bir futbol maçının hakemliğini üstlenirler. Ancak herhangi bir film gösterimi programda yer almaz.

1990 yılında ise Belediye Başkanlığı koltuğunda Sefa Taşkın oturmaktadır. 54. Kermes hem politik bir zemin kazanır, hem de birçok sinema oyuncusu ve yönetmenin katılacağı paneller, söyleşiler ve film gösterimleri ile renklenir. Belediyeye ait düğün salonunun tabelası değişmiştir ve artık ‘Belediye Düğün ve Sinema Salonu’ yazmaktadır tabelada. Dönemin popüler politik atmosferine uygun biçimde 54. Kermes’in kritik konuğu Zülfü Livaneli olur.

1980 Bergama Kermesi
TLR makine_PNG.png

1980 Kermes'i. 

Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.

28 Mayıs’ta başlayıp 3 Haziran’da biten Kermes boyunca, 72. Koğuş, Sis, Uçurtmayı Vurmasınlar, Bir Günün Hikayesi, Üçüncü Göz, Büyük Yalnızlık, Med-Cezir Manzaraları filmleri Belediye Düğün ve Sinema Salonu’nda gösterilir. Sis filminin yönetmeni Zülfü Livaneli ile de film gösterimi öncesinde bir söyleşi gerçekleştirilir. 30 Mayıs’ta yapılan 21. Yüzyıla Doğru Türk Sineması panelinde konuşmacılar arasında yine Zülfü Livaneli vardır. Panele ayrıca Kadir İnanır, Fikret Hakan, Erdoğan Tokatlı, Oğuz Makal, Agah Özgüç ve Erhan Erzurumlu gibi oyuncu, yönetmen, sinema tarihçisi ve yapımcılar katılır. Festivalin son gününde gösterimi yapılan Med-Cezir Manzaraları filmi de bir söyleşi ile birlikte gerçekleştirilecektir.

72. Koğuş. 1987
TLR makine_PNG.png

72. Koğuş

1987

Sis. 1988
TLR makine_PNG.png

Sis

1988

Uçurtmayı Vurmasınlar. 1989
TLR makine_PNG.png

Uçurtmayı Vurmasınlar

1989

Bir Günün Hikayesi. 1980
TLR makine_PNG.png

Bir Günün Hikayesi 

1980

Üçüncü Göz. 1988
TLR makine_PNG.png

Üçüncü Göz

1988

Büyük Yalnızlık. 1989
TLR makine_PNG.png

Büyük Yalnızlık

1989

Med-Cezir Manzaraları. 1989
TLR makine_PNG.png

MedCezir Manzaraları

1989

Üç Arkadaş. 1958 (Memduh Ün bu filmi 1971'de bir kez daha çekmişti.).
TLR makine_PNG.png

Üç Arkadaş

Memduh Ün bu filmi

1958 ve 1971'de iki kez

çekmişti.

Ertesi yıl yapılan 55. Kermes’te de sinemanın aşikâr bir ağırlığı vardır. 3 Haziran 1991 Pazartesi günü başlayan festivalin ilk etkinliği, adı bu kez Belediye Sinema Salonu olarak duyurulan salonda Bekle Dedim Gölgeye filminin gösterimidir. Filmden sonra yönetmen Atıf Yılmaz ve oyuncu Hale Soygazi’nin katıldığı bir söyleşi yapılır. Söyleşinin hemen ardından Cumhuriyet Meydanı’nda şenliğin açılış töreni ve aralarında sinema fotoğrafları, sinema afişleri ve sinema kostümleri sergilerinin de bulunduğu sergi açılışları gerçekleştirilir. Aynı günün akşamında ‘Ustaya Saygı’ başlığı altında Memduh Ün’ün Üç Arkadaş filmi gösterilir.

Festivalin ikinci günü de bir film gösterimi ve söyleşi ile başlar. İki Başlı Dev filminin gösterimi sonrasında yapılan söyleşiye yönetmen Orhan Oğuz ve oyuncu Cüneyt Arkın katılır. Aynı gün yapılan Türk Sinemasında Yeni Arayışlar paneline Hale Soygazi, Atıf Yılmaz, Burçak Evren, Cüneyt Arkın, Oğuz Makal ve Oğuz Adanır gibi oyuncu, yönetmen, eleştirmen ve akademisyenler katılır. Akşam saatlerinde Asklepion Antik Tiyatrosu’nda Genco Erkal ve Dostlar Tiyatrosu’nun sahne almasından önce Belediye Sinema Salonu’nda Kadın Dul Kalınca filmi gösterilir.

Üçüncü gün İkili Oyunlar filminin gösterimi ve yönetmen İrfan Tözüm ile oyuncu Zuhal Olcay’ın katıldığı söyleşi; dördüncü gün Ekran Aşıkları filminin gösterimi ve yönetmen Ömer Uğur ile oyuncu Şahika Tekand’ın katıldığı söyleşi; beşinci gün Darbe filminin gösterimi ve yönetmen Ümit Efekan ile oyuncu Nilgün Akçaoğlu’nun katıldığı söyleşi; altıncı gün Yorum Yok filminin gösterimi ve yönetmen Eser Zorlu ile oyuncu Bülent Bilgiç’in katıldığı söyleşi; yedinci gün ise Ölürayak filminin gösterimi ve yönetmen Aydın Bağırdı ile oyuncu Filiz Taçbaş’ın katıldığı söyleşi gerçekleştirilir.

Bekle Dedim Gölgeye. 1990
TLR makine_PNG.png

Bekle Dedim Gölgeye

1990

İki Başlı Dev. 1990
TLR makine_PNG.png

İki Başlı Dev

1990

Kadın Dul Kalınca. 1988
TLR makine_PNG.png

Kadın Dul Kalınca

1988

İkili Oyunlar. 1990
TLR makine_PNG.png

İkili Oyunlar

1990

Ekran Aşıkları. 1989
TLR makine_PNG.png

Ekran Aşıkları

1989

Darbe. 1990
TLR makine_PNG.png

Darbe

1990

Yorum Yok. 1990
TLR makine_PNG.png

Yorum Yok

1990

Ölürayak. 1991
TLR makine_PNG.png

Ölürayak

1991

1990 Kermesi.
TLR makine_PNG.png

1990 Kermes'i. 

Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.

Sinema alanındaki etkinliklerin dışında ilk Kermes’ten itibaren kesintisiz olarak devam eden tiyatro oyunlarının sahnelenmesi, halk oyunları gösterilerinin yapılması bu dönemdeki programın da ana yapısını oluşturmaktadır. Kermeslerin gelenekselleşen etkinlikleri dışında Sefa Taşkın döneminde demokrasi ve çevre konularında paneller, forumlar düzenlenir. Özellikle Türkiye’nin en büyük çevre direniş hareketlerinden birinin doğmasına sebep olacak olan Ovacık’taki altın madenine karşı bir cephe oluşturmaya yönelik etkinlikler ve 19. yüzyılın sonunda Berlin’e götürülmüş olan Zeus Sunağı’nın geri getirilmesi için kampanyalar gündem oluşturur.

Dönemin Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın, kentte Şen Sineması dışında diğer tüm sinemaların kapanmış olduğu günlerde ücretsiz otobüs seferleri düzenleyerek Bergamalıları İzmir sinemalarına taşımaya çalışır ancak bu yöntem hem sürdürülebilir olmayacak hem de kent halkının sinema ile bağını yaşatmaya yetmeyecektir.

Diş Hekimi Mehmet Kutlu Bergama’nın sinemasız kalmasına üzüldüğü o günleri şöyle anlatıyor:

“Sefa Taşkın, kültür hizmeti diyerek İzmir sinemalarına otobüs kaldırmaya başladı. Ben de ona ‘Buna kültür hizmeti diyorsunuz ama hizmet yapmak istiyorsanız burada sinema açın.’ dedim. Bu o kadar zor değil. Ama yapılmadı. Belediyenin düğün salonunu aynı zamanda sinema olarak kullanılmayı denediler. İzmir’den güzel de filmler getiriyorlardı. Ben de gittim. Ama anladım ki sinema, sinema salonunda izlenirmiş. Çünkü hiçbir şey anlaşılmıyordu. Akustik berbattı. Ve de vazgeçildi.

Daha sonra Akif Ersezgin başkan olunca ona da aynı şeyleri söyledik. Bir Kermes’e Fikret Hakan gelmişti. Ersezgin, Fikret Hakan’ın yanında ‘İki ay içinde bir sinema açacağım Bergama’ya.’ dedi fakat üstünden iki sene daha geçti, açılmadı.”

Bergama’nın sinemadan kopuşu Taşkın’ın belediye başkanı olarak göreve devam ettiği 1992 ve 1993’te yapılan Kermes şenliklerine de yansır ve önceki yılların aksine programlarda sinemaya ilişkin hiçbir etkinlik yer almaz. Gazetecilerin, yazarların ve politikacıların ağırlık kazandığı demokrasi, sendikal faaliyetler, ölümcül altın madeni işletmeciliği, yurt dışına kaçırılan tarihi değerleri ele alan tartışmalar, paneller organizasyonun odağını oluşturur. Deniz Baykal, Alparslan Türkeş ve Melih Gökçek gibi siyasilere serbest kürsüler açılır.

54. Kermes. 1990
TLR makine_PNG.png

1990 Kermes'i. 

Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.

1997 yılındaki Kermes’te altın madeni ve siyanürün doğa ve insana yönelik tehditi tartışılmıştı.
TLR makine_PNG.png

1997 Kermes'i. 

Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.

2004 Kermesi'nde TV dizileri üzerine bir panel yapılmıştı.
TLR makine_PNG.png

2004 Kermes'i. 

Kaynak: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.

1996 yılında altın madeni çevresinde yapılan ağaç katliamı ile yeniden hareketlenen gündem 1997 yılındaki Kermes’te de karşılığını bulur, altın madeni ve siyanürün doğa ve insana yönelik tehdidi panellerde tartışmaya açılır. Çeşitli politik çerçevelerde ele alınan demokrasi mücadelesi de gündemde tutulur.

1999 yılındaki 63. Kermes, Belediye Başkanı Akif Ersezgin döneminde yapılır ve sekiz yıllık aradan sonra sinema, Türk Sineması Nereye Gidiyor? başlıklı bir söyleşi ile Kermes’e son kez geri döner. Gülpark’ta 10 Haziran’da yapılan söyleşiye Fikret Hakan, Derya Alabora, Erdoğan Tokatlı ve Pınar Demirkapı katılır.

O yıldan sonra sinema, Bergama Kermesleri’nde kendisine ilginç bir biçimde hiç yer bulamayacaktır. Kermesler’in 90 yıla yaklaşan tarihi boyunca istisnai birkaç yıl dışında sinemaya doyurucu bir alan açılmadığı görülür. Kermeslerin ilk on beş-yirmi yılı daha ziyade yeni kurulmuş ulus devletin yerleştirmeye çalıştığı milli kimlik unsurlarının perçinleştirilmesiyle geçmiş, bu dönem içinde Türkiye’nin hemen her tarafında özellikle batı menşeli sinema filmlerinin ulus devlet bakımından tehdit teşkil ettiği saptaması belki de Kermes düzenleyicileri tarafından da dikkate alınmıştı. Kermeslerin kurucu ana fikrinde milli değerlerin öne çıkartılması ve bu değerlerin yurt içinde ve yurt dışında tanıtılması, Bergama’nın turizm potansiyelinin geliştirilmesi eğilimi bulunmaktadır. Öte yandan 1950’lerden itibaren büyük atılım gösteren Türkiye sinema sektörü, yıl boyunca Bergama’daki çok sayıda sinema salonunda varlık gösterirken, bu ilginin Kermes düzenleyicilerinde bir karşılık bulamaması şaşırtıcıdır. Sinemanın 1950’lerden 1970’lerin ortalarına kadar süren altın çağı da, 70’lerin sonundan itibaren güçten düşüp çökmeye başlaması da düzenleme komitelerini harekete geçirmeye yetecek uyarıcılar olamamıştır.

Bergama Kermesleri’ndeki ulusal ve yerel kültüre ait folklorik etkinliklerin, ata sporu adıyla paranteze alınan spor karşılaşmalarının gölgesinde kalmayan yegâne sanat dalı tiyatrodur. Bu kazanım sinema alanında yaşanamadığı gibi örneğin müzik alanında da yeteri kadar karşılığını bulmaz. Zaman zaman bu genellemenin dışına çıkan sanatsal müzik etkinlikleri yapıldıysa da müziğin çoğunlukla bir eğlence aracı olarak kullanıldığı görülmektedir. Sonuç itibariyle Kermesler’de, sinemanın kültür ve sanat dünyalarına yapabileceği katkılardan mahrum bırakılan kent halkının, aynı zamanda bir eğlence aracı olarak da sinema ile buluşturulamadığını söylemek mümkündür.

O yıldan sonra sinema, Bergama Kermesleri'nde kendine, ilginç bir biçimde hiç yer bulamayacaktır.

BERGAMA'NIN SARI PERDELİ

EN GÜZEL SİNEMASI: KERMES

Kermes Sineması

Kermes şenlikleri her ne kadar sinema ile gerektiği gibi buluşamamış olsa da Bergama’da açılacak yeni bir sinema salonu Kermes adını sahiplenerek güzel bir vefa örneği sergileyecektir.

Bergama’nın kışlık Cumhuriyet, Yeni (Şehir, Güven) ve Yıldız sinemalarının üçü de palamut, tütün ya da pamuk depolarının dönüştürülmesi ile kültür ve eğlence hayatına kazandırılmışlardı. Öte yandan, görece eski ve konforsuz bu mekânlara rakip olacak yeni ve göz kamaştırıcı bir salon ihtiyacı da hissediliyordu. Kasabanın İzmir yönündeki, o dönem için merkezden uzak sayılabilecek bölgesinde, çelikten ve betondan yapılmış bir binada yepyeni bir sinemanın açılmak üzere olduğu konuşulmaya başlanmıştı.

Bergama’nın kaldırımlarını döşeyen müteahhit’ olarak da bilinen Edip Biröz, nam-ı diğer Edip Usta, oğlu Necati ile birlikte, eski Hafızlar Mezarlığı denilen araziye yaptıkları binada kasabanın en güzel, hatta bazı iddialara göre bütün İzmir’in en iyi, en modern üç sinemasından birini açmak üzereydi. Adını, memleketin kesintisiz olarak 1937’den günümüze kadar devam eden tek festivali olan Bergama Kermesi’nden alacak olan Kermes Sineması, balkonuyla, localarıyla, katlanır kırmızı koltuklarıyla, gören herkesi etkileyecekti. Sinemanın makinistliğini ve müdürlüğünü yapan Mehmet Şagban'ın, açılış tarihini 1965 olarak hatırlamasına karşın,  Selahattin Tural’ın Bergama Düşlerimin Şehri-İzmir Sevdam kitabında 1963 yılında açıldığı bilgisine yer verilen Kermes Sineması, kimine göre 500, kimine göre 1000 kişilikti ve epey büyük bir sahnesi vardı. Bu özelliği sayesinde defilelere ev sahipliği yapılabilecek, Cuk Cuk Tevfik rolündeki Hulusi Kentmen ile Hüseyin Baradan’ın oynadıkları Çatallı Köy gibi tiyatro oyunları sahnelenebilecek, Beyaz Kelebekler’den Nuri Sesigüzel’e, Alaeddin Şensoy’dan Cem Karaca’ya kadar dönemin birçok ünlü sanatçısının konseri düzenlenebilecekti.

Bergamalıların İzmir’de gidip de hayran oldukları İkbal Sineması kadar etkileyici olan Kermes Sineması rekabeti bir üst noktaya taşımıştı. Öncesinde Cumhuriyet ya da Yeni Sinema’da kendilerini rahat hisseden Bergamalılar Kermes’in konforunu görünce diğer sinemalara dudak büker hale geldiler. Sadece iki dezavantajı vardı Kermes’in: Öncelikle merkez mahalleler olarak kabul edilen Kale ve Yahudi mahallelerinden biraz uzaktaydı. Şehir dışına yapıldığını düşünenler bile vardı. Diğer yandan Bergama da giderek büyüyor,

Edip Biröz ve oğlu Necati Biröz.
TLR makine_PNG.png

Edip Biröz'ün, askerliğini yaptığı dönemde oğlu Necati ile birlikte çektirdiği hatıra fotoğrafı.

Fotoğraf: Sibel Akbaş aile albümü

genişliyor, İstiklal Meydanı ve Cumhuriyet Meydanı’nın dışında yeni merkezler oluşuyordu. İkinci dezavantaj, bilet fiyatlarının diğer sinemalardan bir miktar yüksek olmasıydı. Fakat güzel ve güncel filmler, modern görünüm ve nitelikli teknik altyapı sayesinde bütün dezavantajlar sorun olmaktan kolayca çıkacaktı.

DSLR makine_PNG.png

Süleyman Canoğlu - Bergama 2020

Fotoğraf: Yücel Tunca

00:00 / 02:37

Çocukluk yaşlarında matbaalarda çalışmaya başlayan Süleyman Canoğlu, Kermes Sineması’nın en küçük müdavimlerinden biri olarak o yılları anlatıyor:

“Ben sinema konusunda okulumu terk etmiş bir insanım. O yüzden sinemaları tek tek sayabilirim. Biletlerini biz bastığımız için sinemalara bedava girerdik. O kadar ki sinemakolik olmuştum. Ortaokula başladığım zamanlarda matbaanın yoğunluğundan, elimin kirliliğinden kurtulmak için ‘Ben okuyacağım’ dedim. Bergama Lisesi’ne, ortaokula yazıldık. Fakat diğer arkadaşlara göre fazla mı şeytandık, bilmiyorum. İlk yıl çantamı alırdım, evden okula gelirdim, lisenin önünden geçer, top sahasında bir zulam vardı, çantamı oraya saklardım. Sonra doğruca Kermes Sineması'na gider, kadınlar matinesinde filmi seyrederdim. Çocuğum diye alırlardı içeri. Tekrar gider o zuladan çantamı alır hiçbir şey olmamış gibi, okuldan gelmiş gibi eve dönerdim. İlk yarıda 40 gün devamsızlığım vardı. Bir gün babamdan hasta raporu için bir imza aldım… Bugün hala onun imzasının aynısını atabilirim! Şöyle bir H, şöyle bir C, kuyruğu var bir de... 40 gün devamsızlığımı bu imzayı taklit ederek örttüm. Düşünebiliyor musunuz? O devamsızlıkların hepsinin nedeni sinema! Okul hayatımı etkiledi, diyebilirim. Ortaokulu bitiremedik tabii.

“İlk yıl çantamı alırdım, evden okula gelirdim, lisenin önünden geçer, top sahasında bir zulam vardı, çantamı oraya saklardım. Sonra doğruca Kermes Sineması'na gider, kadınlar matinesinde filmi seyrederdim."

Sonra babamlar bir nargile kahvesi açmıştı. Ezileyim diye beni ocağa verdi. Bir 6 ay kadar kahveyi işlettik. Olmadı o nargile kahvesi, yürümedi. Ben de matbaaya geri döndüm.

 

Babam Hasan Canoğlu, Bergama’nın Ramiz Ovacık, Ahmet Abi, Abdül Kutlu ile beraber en iyi dört terzisinden biriydi. Ben çok ufakken bir kovboy filmine götürmüştü beni. Filmin yarısında ona, ‘Baba sonra biz de film çevirecek miyiz?' diye sormuşum. ‘Niye soruyorsun?' demiş. Ben de ona ‘Film çevirenleri hep öldürüyorlar.’ demişim. Bunu hiç unutamamış babam, hep anlatırdı. Kovboy filmi ya, o vuruluyor, bu vuruluyor, korkmuşum. Ben tabii bu konuşmayı hatırlamıyorum ama babam anlatırdı.”

ESKİ VİDEO_PNG.png

Kermes Sineması kapandıktan sonra uzun süre kaldırımda kalan mozaiklerin 2000 yılındaki görünümü.

Video: Fatma Dalay,  Montaj: Yücel Tunca

Kermes Sineması’nın arka sokağında doğup büyüyen müzisyen Engin Kuduğ sinemanın en ince ayrıntılarını hatırlıyor:

“Gördüğüm en kaliteli sinemalardan bir tanesiydi. Gerek önündeki mozaiği, gerek bina kalitesi, içerideki dekorasyonu... Yerlerde mozaik vardı ve mozaik ile özel işçilikle Kermes Sineması yazılmıştı. O beni çok etkilemişti. Sanatçı kişiliğimi çocukluğumda da yaşıyordum. Bunu nasıl yapmışlar acaba, diye şaşırıyordum. Adam yere mozaikten Kermes Sineması yazmış ve çok düzgün karakterlerle yazmış!

Sinemanın içini, ses düzenini bile hatırlıyorum. Dikdörtgen şekiller, renkli dekorlar vardı duvarlarda. El işi kâğıtları gibi, el işi kâğıdı yapışmış gibi dekorları vardı. Tavanda kontrplaklar vardı. Büyük iri iri kontrplaklar... Bazıları eğilmişti filan... Büyük bir balkonu vardı. Sağdan ve soldan aşağıya doğru bir inişi vardı, oralarda iki locası vardı diye hatırlıyorum. Açılır kapanır, kadife, koyu bordo diye hatırladığım koltukları vardı. En modern koltuklar oradaydı. Kışlık sinemanın içinden geçilip arkadaki yazlık sinemaya çıkan bir koridoru ve kovboy filmlerindeki gibi çarpma kapısı vardı.”

Bergama kartpostallarında Kermes Sineması. 1980'ler
Bergama kartpostallarında Kermes Sineması. 1980'ler
TLR makine_PNG.png

Bergama kartpostallarında Kermes Sineması. 1980'ler (Üstte ve sağda sarı çizgilerle işaretli alan.) Kaynak: Geçmişten Günümüze Fotoğraflarla Bergama-Facebook sayfası

Engin Kuduğ’un anlattığı gibi bir de yazlık kısmı vardı Kermes Sineması’nın. Fakat bu noktada yine ilginç bir soru işareti oluşuyor. Gerek Engin Kuduğ,  gerekse Hakkı Özlü, Kermes’in arkasında başka bir yazlık sinema daha hatırlıyor. Hakkı Özlü’nün çocukluğunda oturduğu ev, Kuduğ ailesinin oturduğu ev ile aynı caddede yani Kaymakam Kemal Bey Caddesi’ndeydi. Özlü evlerinin giriş kapısının üzerine yaptıkları sayaya çıkıp yarısını görebildikleri perdeden film izlediklerini anlatıyor. Engin Kuduğ da anlattıklarıyla destekliyor bunu:

“Benim daha bebek olduğum zamanlarda, 3-4 yaşlarında filandım, misafirlerimiz geldiğinde balkondan evimizin sağ tarafındaki perdeden filmler izlerdik. Hayalet sinemadan... Ben onun adını hayalet sinema koydum. Orada çok güzel filmler izlerdik. Hatta sadece bu yüzden bize misafirler gelirdi. Balkonda oturup rahatça sinemayı izleyebilmek için. Şimdi Hamza Güçlü'nün oturduğu bina yoktu. Tam da binanın bulunduğu yerde sinemanın 

TLR makine_PNG.png

Kuduğ ailesinin evi ve aile fotoğrafı.

Fotoğraf: Engin Kuduğ aile albümü

(...) bu 'hayalet sinema'nın hikâyesini, araştırmanın ilerleyen günlerinde tanışıp konuşma fırsatı bulduğum

Sibel Akbaş'tan dinleyecektim.

ahşaptan sandalyeleri vardı. Hatta terastan o sandalyelere bakardık. Daha sonra bir kereste deposuna dönüştü diye hatırlıyorum. Bu bahsettiğim sinema 1973-74 gibi kapandı diye tahmin ediyorum. İlkokula başlamamıştım bile. Hayal meyal hatırlıyorum zaten.”

Hakkı Özlü ve Engin Kuduğ dışında neredeyse kimsenin hatırlamadığı bu ‘hayalet sinema’nın hikâyesini, araştırmanın ilerleyen günlerinde tanışıp konuşma fırsatı bulduğum Sibel Akbaş’tan dinleyecektim. Sibel Akbaş, Kermes Sineması'nın kurucularından, Edip Biröz’ün torunu, Necati Biröz’ün kızı olarak birinci ağızdan hem Kermes’in bütün hikâyesini anlatacak, hem de ‘hayalet sinema’nın gizemini ortadan kaldıracaktı:

“Öyle oldu ki sinema bizim kucağımıza düştü gibi oldu. Ve ben bir filmi en az üç defa filan izlediğimi hatırlıyorum. Seyredemezsek de şöyle oluyordu: O binada şimdi Evkur Mağazası var. O binanın arkasında bizim sinemamız vardı. Onun da arkasında, şimdi bir apartman var, orası bahçeydi ve bir de yazlık sinemamız vardı orada da. Onun da arkasındaki sokakta da bizim evimiz vardı, annem hâlen orada oturur. Sinemaya gidemediğimiz zaman, bizim bir odamız vardı ve o odanın penceresinden sinemanın perdesi görülürdü, üç defa seyrettiğimiz filmi bir de pencereden bakarak bir daha seyrederdik abimle.  İtalyan Western filmlerinin, Yavru ile Kâtip filmlerinin dönemi...

Yazlık sinema şimdiki Los Santos Kafe'nin yani Münevver ve Ahmet Kuduğ’un evlerinin bitişiğindeki arsadaydı. Önce yazlık olarak orayı kullandık. Çok kısa bir süre. Ortak bir mülk müydü orası, tam bilemiyorum. Anlaşamadılar mı, ne olduysa o kapandı. Bunun üzerine onun arkasındaki alan yine büyük olduğu için yazlık sinemayı oraya taşıdık. O ilk yazlık dediğim yerde, 1971-72 gibi abimin sünnet düğünü de yapılmıştı. Demek ki o yıllarda kısa süre açık kaldı ve ardından diğer tarafa yeni yazlık sinema kuruldu.”

DSLR makine_PNG.png

Engin Kuduğ - Bergama 2021

Fotoğraf: Yücel Tunca

00:00 / 03:15

Engin Kuduğ, neredeyse sırt sırta olan arsalarda yer değiştiren yazlık Kermes’in ikinci mekânını daha iyi hatırlıyor:

“600 metrekarelik arsamızın köşesinde bulunan deponun çatısına çıkardık. Hemen yanında bir erik ağacımız vardı. Akşam olduğunda bütün komşu çocuklarıyla toplanır o ağaçtan deponun üstüne tırmanırdık. Ama bütün mahallenin çocukları, olduğu gibi hepimiz! Annelerimiz bize beslenme çantası verirlerdi. Bezlerin içerisinde ekmekler, meyveler, kekler, pastalar, bir sürü şey sarıp, tutuştururlardı elimize. Orada ellerimizden destek alıp yatar, yattığımız yerden çok güzel filmler izlerdik. Çok enteresan filmler vardı zaten. Sinemacılar da kızmazlardı çünkü onlara da para kazandırırdık. Gazozcuya sesleniyorduk, gazozcu bize içeriden gazoz satıyordu. Paramız da vardı çünkü. Orada hem gazozlarımızı içiyor, hem annelerimizin verdiklerini yiyip filmleri seyrediyorduk. Çok keyifliydi o zamanlar. 1973, ‘74, ‘75 yılları bunlar...”

Sinemacılar da kızmazlardı.’ diyor Engin Kuduğ fakat Şükrü Uyar da Edip Usta’nın sinemayı çevreleyen biriket duvarın üzerine, insanlar dışarıdan seyretmesin diye perde çektiğini hatırlatıyor. Hatta rüzgârın o perdeleri yelken gibi şişirip birkaç kez duvarın yıkılmasına dahi sebep olduğunu söylüyor.

KERMES SİNEMASI'NDA KONSERLER

Bergama’nın çeşitli sinemalarında sahne alan ve ünlü sinema oyuncularının adlarını Fatma Girk, Türkan Toray, Hülya Tokyiğit gibi küçük değişikliklerle kopyalayıp onları taklit eden şarkıcılardan sonra büyük sahnesiyle Kermes Sineması birbirinden güzel ve gerçekten ünlü şarkıcıların konserlerine ev sahipliği yapacaktı. Şimdi geniş bir parantez açıp, daha önce Bergama düğünlerindeki perdenin ortadan kalkmasını sağlayan ve ilerleyen günlerde Moğollar ile birlikte sahne alacak olan Bergama’nın efsane pop ve rock grubu Çılgınlar Orkestrası’ndan biraz daha detaylıca bahsedelim. Ardından unutulmaz Cem Karaca ve diğer konserlerden hatırda kalanlara kulak vereceğiz.

Çılgınlar Orkestrası Kermes Sineması'nda bir konserde. 1970'lerin ilk yılları
TLR makine_PNG.png

Çılgınlar Orkestrası Kermes Sineması'nda bir konserde. 1971

Fotoğraf: Macit Gönlügür arşivi

Çılgınlar Orkestrası’nın, 45 yıllık aradan sonra 2017 yılında bir kez daha toplanıp Bergama Kültür Merkezi’nde verdikleri konserin Ajans Bakırçay’daki haberinde şöyle deniliyor:

“Şimdilerde 60-70 yaş aralığında olan Bergama'nın efsane grubu üyelerinin konser biletleri bir hafta öncesinden tükendi. Konserde zor şartlarda ve imkânsızlıklarla dolu bir dönemde ortaya çıkan Çılgınlar Orkestrası elemanlarının müziğe olan tutkuları kısa bir film ile anlatıldı. Cem Karaca ve Barış Manço başta olmak üzere Türk pop ve rock müziğinin birbirinden güzel eserlerinin seslendirildiği konser izleyenler tarafından ayakta alkışlandı.”

Birçok insanın zaman zaman ağlayarak dinlediği konserde sahne alan Çılgınlar Orkestrası’nın kurucularından Macit Gönlügür anlatıyor:

“Bergama’nın o dönem en modern sineması olan Kermes Sineması’nda Çılgınlar Orkestrası olarak biz de birkaç kez konser verdik. Moğollar ile beraber verdik o konserlerden birini. Moğollar tek gelmişti. Onlardan önce çıkmıştık. Moğollar o konserde bize bir gaz da verdi. ‘Kendinizi geliştirirseniz Selçuk Alagöz'ü bile geçersiniz’, demişlerdi. O zamanlar Selçuk Alagöz çok meşhurdu tabii. Tüm imkânsızlıklarla o haldeydik. Çılgınlar'ın ilk başlangıç günlerinin imkânsızlıklarını bir anlatsam, oturup ağlarsınız. Nota yok, bir şey yok... Kulaktan her şey...

Çılgınlar Orkestrası. 1971
TLR makine_PNG.png

Çılgınlar Orkestrası. (Üstte ve altta) 1971

Fotoğraf: BERKSAV-Belleten/20

Çılgınlar Orkestrası. 1971

Gerçekten o dönemde bir olaydı yani Çılgınlar Orkestrası. 1967'de kuruldu, 1972'ye kadar çok çok güzel günlerimiz, gecelerimiz geçti. Aslında beş kişiydi orkestra ama ayrılanlarla, katılanlarla sayı daha fazla tabii. Benim dışımda Ömer Harputlu, Erol Canlı, Yakup Yıldız, Halil Gürkaşlar, Erol Karadağ, Yusuf Kenan Dalkıran, Bülent Şahin vardı. Bir de Bergamalı Alaeddin Şensoy’un yeğeni Tayfun Şensoy… Ama müteaddit defalar gruba dahil olanlar da oldu. Mesela Muhsin Kıratlı, nefesli sazlarda katılmıştı bir ara. Aylin Urgal diye bir sanatçı vardı, öldü trafik kazasında, onunla çalıştık. İzmir'e giderdik, düğünlerde çalardık. İnsanlar inanmazdı. Biz taşradan geldik, diyorduk göğsümüzü gere gere. İnanmazlardı. Çok istekliydik. Yabancı şarkılar da, Türkçe şarkılar da söylerdik. In The Year Twenty Five, Yesterday, A Man Without Love, Adieu Jolie Candy söylerdik. Bunların yanında Cem Karaca'dan, Barış Manço'dan söylerdik. Pop da vardı...”

Selahattin Tural, Bergama Düşlerimin Şehri-İzmir Sevdam adlı kitabında Çılgınlar Orkestrası’ndan şöyle bahsediyor:

“1968’li yıllarda Bergama’da muhteşem bir müzik gurubu oluştu. Çılgınlar! Çoğunlukla benim yaşıtım olan bu arkadaşlar, Bergama’da çığır açtılar. Ancak ülkemizde meşhur olamamaları, maddi durumları iyi aile çocukları olmalarından kaynaklanıyordu. Çünkü profesyonelce para kazanma ihtiyaçları yoktu. İstanbul gibi bir büyük şehre gidip şöhreti arayıp bulmaya gereksinim duymadılar. Yalnız, o zamanların önemli besteci ve şarkıcısı Alaattin Şensoy’un yeğeni olan Çılgınlar gurubunda org çalan Tayfun Şensoy hariç. Gurup dağılmaya yüz tuttuğunda liseyi bitirdikten bir yıl sonra İstanbul’a giden Tayfun’u, nasıl bir müzik geleceği bekliyordu, öğrenemedik. Gurubun diğer elemanları solo gitarda Macit Günlügör (Kitapta Macit Bey’in Gönlügür olan soyadı bir hata sonucu Günlügör biçimde yazılmış - YT), ritm gitarda Erol Karadağ, basgitarda Yusuf Dalkıran, bateride Halil Gürkaşlar, solist Ömer Harputlugil şeklindeydi. Çamlı Park’ta halk konserleri verirlerdi. Bazı özel düğünlerde çalarlardı. Bergama’da 1935’lerden beri yapılan Türkiye’nin en eski ve en devamlı festivali olma özelliği olan Kermes Festivali’nde konser verir, gösteri yaparlardı. Bergama Belediyesi’nin, o zamanki garajının yanındaki düğün salonunda prova yaparlardı. Bergama’da olduğum bazı günler provalarına gider, büyük keyif alırdım. İcraları çok güçlüydü.”

“İzmir'e giderdik, düğünlerde çalardık. İnsanlar inanmazlardı. Biz taşradan geldik, diyorduk göğsümüzü gere gere."

CemKaraca_web_new.jpg
palet_firca.jpg

Kermes Sineması’ndaki unutulmaz konserde liseli genç kızlar sahneye çıkıp Cem Karaca’nın gözlüğünü almaya çalışacaklar…

İllüstrasyon: Nermin Yağmur Erman, 2021

EROL BÜYÜKBURÇ

BARIŞ MANÇO, ÖZCAN TEKGÜL... TAMAM AMA

CEM KARACA'NIN

YERİ BAŞKA

Bergamalıların özellikle yaz aylarında İzmir Fuarı’nda izlemeye gittikleri ya da Bergama Kermesi sırasında sahne almalarını heyecanla bekledikleri sanatçılar artık Kermes Sineması’nda konserler vermeye başlamıştı. Ablasının Bergama’da yaşadığı yıllarda onu ziyarete de geldiğini Sefa Taşkın’ın "Bergama’da Abacıhan Sokak" kitabından öğrendiğimiz Erol Büyükburç’un konseri gençler arasında büyük bir coşku yaratacaktı. Emel Girit, hayranı olduğu pop şarkıcısının Bergama’da konser vermesiyle ilgili bir anısını anlatıyor:

“Geçenlerde bir taksi şoförü ile konuşuyordum. Her nasıl olduysa sinema konusu açıldı yolda giderken. ‘Kermes Sineması'nda Barış Manço konserine gitmiştim.’ dedi. O gün bir işi çıkmış. Son anda koşa koşa yetişmiş konsere. ‘Çünkü çok önemliydi benim için.’ dedi. Ben de ona Kermes Sineması’nda Erol Büyükburç konserine gittiğimi anlattım. Ölüp bitiyorduk Erol Büyükburç'u dinlerken. Şarkılarının hayranıyız ve o Bergama'ya geliyor! Çok büyük bir olaydı bizim için.”

1960’lar ile 1970’lerin en sevilen müzik topluluklarından Beyaz Kelebekler de Bergama’ya, Kermes Sineması’na gelenler arasındaydı. 1970 yılında bir trafik kazasında üç üyesini kaybedip dağılma noktasına gelen grup kamuoyundaki yoğun talep üzerine yeni üyelerin katılımıyla toparlanacak ve ilk turne konserlerini Kermes Sineması’nda vereceklerdi. O konseri izleyenlerden Kerim Bayraktar şöyle anlatıyor:

“Ben kendilerini geçirmiş oldukları kazadan sonra çıktıkları ilk turnede Bergama Kermes Sineması’nda verdikleri konserde seyretmiştim. Sahneye siyah kıyafetleriyle çıkmışlardı. İlk şarkılarının ilk kıtası hatırladığım kadarıyla ‘Beyaz üç melektiniz, uçan kelebektiniz, bize haber vermeden, sonsuzluğa gittiniz’ diye başlıyordu.”

Kermes Sineması'nda Cem Karaca konserini izleyen gençler. 1970
TLR makine_PNG.png

Yıllar sonra İzmir Devlet Opera Ve Balesi'nde solist ve genel sanat yönetmeni olarak yer alacak Selmin Öney Günöz ve liseli arkadaşları Kermes Sineması'ndaki Cem Karaca konserinde. 17 Ocak 1970. Fotoğraf: Selmin Öney Günöz arşivi

Kermes Sineması’nda sahne alanlar arasında hatırlanan Özcan Tekgül de var, Edip Akbayram da… Ama Cem Karaca deyince biraz durmak lazım. Çünkü onun sahneye çıktığı gün salonun arka sıralarında coşkudan kendinden geçenleri, sahneye fırlayıp Karaca’nın meşhur koyu renk camlı gözlüğünü çekip çıkartanları, birlikte fotoğraf çektirme yarışına girenleri; o konseri topyekûn hatırlayanların sayısı epey fazla. 

Selmin Öney Günöz: “17 Ocak 1970… Bergama’ya Cem Karaca gelmiş, hepimiz okulu kırıp konsere gittik tabii. Fotoğrafta arkadaşlarım Zuhal, Serap, Sevindik… Arkada, Müberra’yı görüyorum coşmuş durumda. En arka locadakiler hep bizim liseden.”

Kerim Bayraktar: “Ablam da gitmişti ve geldiğinde, yanlış hatırlamıyorsam Bergama’nın tanınmış ailelerinden birinin kızının jest olsun diye sahneye çıkıp rahmetli Cem Karaca’nın gözlüklerini çıkarttığını heyecan içerisinde anlatmıştı.”

Hakkı Özlü: “Çok güzel konserler geliyordu Kermes'e. Harika konserler oluyordu. Cem Karaca da geldi. Biz oradaydık o zaman. Yıkıldı ortalık. O zaman gençler daha devrimci, biz de öyleyiz tabii... Şöyle yaptık hatta Cem Karaca geldiği zaman... Hatırladığım kadarıyla bizim Çılgınlar Orkestrası'nı gündüz seansında locaya aldık. Oysa kadınlar matinesiydi aslında.”

İlhan Çarpıkoğlu: “Cem Karaca'nın bile konseri oldu orada. Ben de gittim o konsere. Danyal Topatan vardı, eski Osmanlı filmlerinde oynayan bir aktör. İşte o, saçlarını kazıtmış, sırf arka taraftan bir atkuyruğu bırakmış, at ile şehir içinde geziyordu, ilan ediyordu Cem Karaca'nın geleceğini. O da aynı kumpanyadaydı. Beyaz bir at ile şakır şakır şakır bir yukarı bir aşağıya, bağıra bağıra ‘Akşama Cem Karaca'nın yanındayız, buluşuyoruz.’ diyerek. Kılıcını sallayarak esprili bir şekilde anons yapıyordu.”

Sibel Akbaş: “Bizim Kermes Sineması muhteşemdi. Herhalde benim kültürel donanımım oradan kaynaklanıyor. Sadece sinema değildi çünkü. Düşünün ben 13-14 yaşına kadar Moğollar, Ersen ve Dadaşlar, Cem Karaca, Beyaz Kelebekler, Selçuk-Rana Alagöz... Bunların hepsini, işletme sahibinin kızı ve ailesi olarak izleyebildim. Hayatımın en bedava kültürel aktivitesidir, düşünün, hiç para ödemeden ayağımıza kadar gelmiş…

Cem Karaca konserinden de bahsedeyim. Çok komiktir... Cem Karaca geldi. Hem gündüz, hem akşam konseri vardı. Gündüzleri kadınlar matinesi olurdu. Biz ikisine de giderdik. Akşam locada, gündüz de en önde olmamız lazım. En önde olmamız için ne yapmamız gerekiyor? Çünkü biz aslında salonu kiraya veriyoruz. Biz getirmiyoruz. Ama bize bir kontenjan veriyor konseri düzenleyen. Bu arada yerler de numarasız. Annem ile halam ya da onların iki arkadaşı gidiyor, bir tane uzun urgan alıyorlar, bu urganla ilk iki sırayı bağlıyorlar. Yer ayırtmak için urganla bağlama yöntemini kullanıyorlar.

Zaman zaman şöyle şeyler olduğunu hatırlıyorum. Kimileri itiraz ederdi, kavga filan çıkardı tabii. Şimdi düşününce demokratik açıdan, haklılar elbette. Ama biz yine de o vakitler öyle yapıp oturuyorduk en önde. Bir de konserlere gelenlerle mutlaka tanışır onlardan imzalı fotoğraf alırdım. Anneannem ile babaannem de mutlaka orada, salonda başrolde olurlardı.”

“Danyal Topatan vardı, eski Osmanlı filmlerinde oynayan bir aktör. İşte o, saçlarını kazıtmış, sırf arka taraftan bir atkuyruğu bırakmış, at ile şehir içinde geziyordu, ilan ediyordu Cem Karaca'nın geleceğini."

“Ben onun Fikret Kızılok olduğunu bile bilmiyorum. (...) 'Senden ricam bana bir tane gömlek diksene.' dedi. "

Bergama’nın günümüzdeki en iyi gömlek terzilerinden biri olan Mücahit Özçelik’in Kermes Sineması’ndaki konserlere ilişkin çok güzel bir hatırası var:

“Fikret Kızılok'a da gömlek diktim ben. Bak şimdi nasıl oldu... Fikret Kızılok buraya konsere geldi. Kermes Sineması'na... Benim dükkân da caddede, Ziraat Bankası'nın üstündeydi. Biz de bilet aldık, akşama konsere gideceğiz. Kızılok caddede gezerken benim dükkânı görüyor. Jarse gibi kumaşlarla dikiyoruz gömlekleri o zaman, daha çok gençlere yönelik. Esnek böyle... Girdi içeri. ‘Bunları siz mi dikiyorsunuz?' diye sordu. ‘Ben dikiyorum.’ dedim. Ben onun Fikret Kızılok olduğunu bile bilmiyorum. Yanında da bir arkadaşı var. ‘Ya bak bu çok güzelmiş!' dedi. Geniş yakalı, jarse, çok güzel... Moda... Dar, bedene oturan cinsten. ‘Senden ricam bana bir tane gömlek diksene.’ dedi. ‘Ama yarın alayım.’ dedi. Öğle sırasında gidecekmiş, ‘Gitmeden alayım.’ dedi. ‘Kusura bakmayın ama dikemem.’ dedim. ‘Yaa…’ dedi, ‘N'olur’ dedi. ‘Akşam dikersin.’ dedi. ‘Dikemem. Biz akşama konsere gideceğiz.’ dedim. Güldü bunu üzerine, ‘Ya bilader, ben akşam geleyim, sana burada okuyayım, sen de gömleğimi dikiver.’ dedi. ‘Allah allah! Siz misiniz o?' dedim. Kıramadım valla, gitmedim konsere. Konserden sonra geldi muhabbete. Gece oturdum onun gömleğini diktim. Bir zaman sonra onu benim gömlekle bir dergide gördüm. Yakalar geniş, kesik böyle… O dönem modaydı öylesi. Ucu böyle kesik... Keşke onunla bir fotoğraf çektirseymişim o zaman.”

DSLR makine_PNG.png

Mücahit Özçelk - Bergama 2020

Fotoğraf: Yücel Tunca

00:00 / 03:00

Kermes Sineması’ndaki konserler faslını burada kapatalım fakat o yıllarda Bergama’nın farklı yerlerinde başka sinemalarda, Kermes şenlikleri sırasında Asklepion’da ve hatta bazı parklarda da konserler düzenlendiğini de söyleyelim. Mesela Çamlı Park’ta Emel Sayın konserinin yapıldığını, bedavacıları engellemek için konser alanının etrafının brandalarla çevrildiğini hatırlayanlar var. Son olarak da, bu sefer yabancı bir ünlünün 1979’da konser için Bergama’ya gelişinde yaşananları Süleyman Canoğlu’nun ağzından aktaralım:

“Zamanında belediyenin bir karavan tesisi vardı Güzellik Ilıcası'nın orada. Turistler karavanlarıyla gelip günlerce kalırdı o zamanlar. Mutfak, havuz, sıcak su vardı. Hatta o tesis yetersiz kaldığı için Nuri Abi, Karavan Kamping'i açtı yine oraya yakın yere. Rıfat Serdaroğlu'nun belediye başkanı olduğu dönemdi bu. Adalet Partili'ydi Serdaoğlu. Bergama Belediye Başkanlığı’nı aldıktan sonra düğününü Ilıca'da yaptı. Çok şaşaalı bir düğün yaptı ve oranın tanıtımı için de Christine Haydar vardı sinema artisti, Haydar Paşa'nın gelini denirdi... Onu getirdi Bergama'ya. O kadın yanılmıyorsam bir hafta kalmıştı burada. O bir hafta boyunca Ilıca’da havuza girdi. Onu görebilmek için çevre illerden bile geldi insanlar havuz başına. Konser verdi, bir fotoroman çekti. Ses dergisinin yaptırdığı bir fotoromandı bu. Çevreden genç simaları davet etmişlerdi, lise ortamında geçen bir fotoromandı. Hatta ben ona müracaat ettim. Aileme çaktırmadan fotoğrafımı gönderdim. Onay da aldım ama tabii aileme söylediğimde kabul etmediler.”   

SİBEL AKBAŞ, AİLESİNİN İNŞA EDİP İŞLETTİĞİ

KERMES SİNEMASI'NI

ANLATIYOR

Sibel Akbaş, babasıyla dedesinin, kendi arsaları üzerine nasıl bir niyetle, hangi gerekçeyle bir sinema salonu inşa ettiklerini bilmediğini söylüyor:

“Şöyle olduğunu tahmin ediyorum: Babam ve büyükbabam müteahhit imiş. Herhalde bir işletme açalım, demişler. O dönemde sinema da herhalde parlayan bir yıldızdı. Fakat babam sinemada o zamana kadar hiç film izlememiş mesela. Hatta annemin anlattığı bir şey var: Halam Cumhuriyet Sineması'na gittiği için büyükbabam onu sokakta sürüyerek eve getirmiş. ‘Ne işin var senin orada!' diyerek. Yani biz kendi sinemamızı açana kadar sinemaya gitmiyoruz aile olarak. Başkasının sinemasına gitmiyoruz. O yüzden mi kendi sinemamızı yapmışız, nedir? Annem öyle derdi: ‘Bunların elleri ayaklarına dolaştı biz sinemaya gideceğiz diye, sonra kalkıp bize sinema yaptılar. Sayelerinde kültürel bir hayatımız olacak.’ derdi.”

Sibel Akbaş. Fotoğraf: Yücel Tunca
DSLR makine_PNG.png

Sibel Akbaş - Foça 2021

Fotoğraf: Yücel Tunca

00:00 / 02:45

Dedem Edip Biröz ile eşi Saadet Hanım’ın üç çocuğundan biriydi babam. Necati, Nurşen ve Gülşen. Biz de iki kardeştik. Abim Ünsal’ı erken kaybettik. 35 yaşında, trafik kazasında...

Babamlar Yugoslavya göçmeniydi. Kocacık Köyü’nden gelmişler. Öncesinde Karaman'dan götürülmüşler. 300-350 yıl kalmışlar orada. Sonra tekrar buraya dönmüş dedem tek başına. Sonraki akrabaları 50’li yıllarda değişimle gelmişler. Dedem ustaymış orada, burada da ustalık yapmış. Sonra müteahhitlik yapmaya başlamış. Babam da büyümeye başlayınca beraber yapmışlar o işleri. Mustafa Gülen diye bir mimar varmış o zaman. Fen İşleri Müdürü aslında. Babam onun yanında çalışırmış, proje çizermiş. Bergama'da Pamukçu İlkokulu'nu, daha başka bir takım okulları, Kınık'ta, Dikili'de... Dikili Pazarı mesela... babamın yaptığı yerler bunlar. 15 yıl filan böyle sürmüş. Bu arada kazandıklarıyla araziler alırlarmış, işte bu sinemanın arazisi de öyle alınmış. Aldıkları yere bir bina oturtmuşlar.

“(...) 80 yılında, Türk Hava Kuvvetleri'ne

1 milyon bağış yapıyor dedem. Televizyona çıkıyor, ona bir berat belgesi veriyorlar, bir de altın suyuna bandırılmış bir şey... Bu, utanç belgesi tabii

benim için."

Dedem öyle bir adam ki, bütün mal mülk kendi üstüne. Birlikte çalışmış olmalarına karşın dedem ölene kadar babamın hiçbir şeyi yok kendi adına. Yoksulluk bile yaşatıyor dedem babama. Hatta 12 Eylül’de, Kenan Evren döneminde, 80 yılında, Türk Hava Kuvvetleri'ne 1 milyon lira bağış yapıyor dedem. Televizyona çıkıyor, ona bir berat belgesi veriyorlar, bir de altın suyuna bandırılmış bir şey... Bu, utanç belgesi tabii benim için. O zaman da çok kızmıştık, üstelik bunu televizyondan öğrenmiştik. Babamın üç kuruşa ihtiyacı olduğu zamanlardı. O kadar yani...

Sinemanın yapımında dedemin sermayesi var ama babamın yaptığı bütün işlerin geliri de ona ait zaten. Dedem elinde tutuyordu hep sermayeyi.

Çok güzel, özenle yapılmış bir sinemaydı. Koltukları kırmızıydı. Başka şehirlerde, İstanbul dahil birçok sinema gördüm. Gördüklerimin içinde de en güzellerinden biriydi. Görüş açısı bakımından da öyle. Aşağısı eğimli değildi, düzdü. Locaları vardı etrafında. Yukarıda çok tatlı eğimiyle bir balkonu vardı. Çok iyi yapılmıştı sahnesi. Sahnenin perdesi sarı satendi. Muhteşem bir perdesi vardı. Annem yıllarca evde de kullandı o kumaşı. Sinema kapandıktan sonra misafir odasına perde yaptı ondan. Sinemadan alabildikleri tek şey o oldu herhalde. Ha bir de sandalyeler vardı. Uzunca bir süre yazlıkta kullandık. Kırmızı muşambadan sırtı ve açılır kapanır oturakları vardı. Yanları, kolçakları ahşaptı.

Sinemanın bütün yan duvarları lambriydi. Bizim sinema kapandıktan sonra Kardeş Sümer diye bir mağazaya dönüştü. O lambriler Kardeş Sümer zamanında da uzunca vakit kaldılar öylece. Duvar rengini hatırlamıyorum ama galiba çok koyu bir renk değildi. Sahnesi çok büyüktü. Orkestralar sığacak, tiyatro oynanacak kadar. Sanırım 500 kişilik filandı salonu. Balkona çıkmak için önce ikinci kata çıkıyordunuz. Orada da iki taraftan merdivenlerle balkona çıkılıyordu. Üçüncü katta da makine dairesi vardı demir merdivenle çıkılan. Cephesi dar ama arkaya doğru çok uzun bir arsadaydı sinema. Hiç bir karmaşası yoktu yapısının. Cadde tarafından giriyordunuz, fuayesi ve ortada çok güzel ahşaptan bir bilet gişesi vardı. Solda yine ahşaptan bir büfesi vardı. Bir Yılmaz Abi (Yılmaz Asık’ın askere gitmezden önce kapıda bilet kestiği, makine dairesinde tecrübe edindiği ve sigortalı olarak çalıştığı ilk yer Kermes Sineması idi. Sinemanın muhasebesini tutan Hakkı Özlü, kalabalık günlerde Yılmaz Asık’ın karşısında durup bilet kesimine yardım ederdi-YT) vardı. O da gişe, kantin işleriyle uğraşırdı. Kantinde gazozlar vardı, bisküviler vardı birkaç çeşit. Öyle ahım şahım bir şey olmazdı zaten büfede. Gerektiğinde gişeci gider kantin ile de ilgilenirdi. Yazlık sinemaya gişenin yanından geçilerek girilirdi. Yazlık sinema normal, klasik ahşap sandalyeleri olan bir yerdi. İlk yazlık yerimiz daha büyüktü sonrakinden.

Sibel Akbaş. Fotoğraf: Yücel Tunca
DSLR makine_PNG.png

Sibel Akbaş - Foça 2021

Fotoğraf: Yücel Tunca

TLR makine_PNG.png

Biröz ailesinin albümünden

fotoğraflar.

Sinemanın iki yanında iki tane dükkânın birinde berber, diğerinde de şarküteri vardı. Atilla Abi... Babamın ekürilerindendi. Akşam hasılat için babam sinemaya gittiğinde onunla mutlaka iki tek atarlardı.

TLR makine_PNG.png

Kermes Sineması'nın makinisti ve müdürü Mehmet Şagban. Fotoğraflar: Mehmet Şagban aile albümü

ESKİ VİDEO_PNG.png

Mehmet Şagban Kermes Sineması'nı anlatıyor. 2021

Video: Sibel Akbaş,  Montaj: Yücel Tunca

Babam sinemanın bütün işletmesiyle ilgilenirdi. Ben yetiştikten sonra babamla birlikte ilgilenmeye başladık. Onunla beraber devamlı İzmir’e, Çankaya’ya gider filmleri alırdık. Bir de Mehmet Şagban adında bir makinistimiz vardı. Mehmet Abi hem makinistlik hem de sinemanın müdürlüğünü yaptı. Sinema, abimle benim aynı zamanda oyun alanımızdı. Özellikle abim Ünsal, hep oradaydı. Hep de başına bir şeyler gelirdi. Şişeler kırılır, bir yerlerini keserdi. Mehmet Abi de hemen onu alır hastaneye götürürdü. Lunaparka, Kermes'e filan da hep Mehmet Abi götürürdü bizi. Manevi babamız gibiydi. Çok severiz onu. Yazları Çandarlı'da yaşıyor hâlâ. Mehmet Abi’yi babamdan daha çok tanırdı insanlar. Babam da çok sevmezdi zaten ortalıkta görünmeyi. Bir de Mühür Gözlü'müz vardı. Gözleri şaşıydı, biz ona şaşı demezdik Mühür Gözlüm (Nurettin Bey-YT) derdik. Bu ad ona o kadar olmuş ki adını hatırlamıyorum bile. Gişede dururdu o da.

Bizim sinemanın dışında ben bir kez Şehir Sineması'na, bir kez de Cumhuriyet Sineması'na gittim ama ikisine de kaçak, evdekilerin haberi olmadan gittim. Başka sinemaya gidemezdik. Öyle bir iznimiz yoktu. Eğer bizim sinemamız olmasaydı biz muhtemelen hiç sinema göremezdik. Gerçi ben isyankârdım, yine kaçar giderdim, başıma ne gelecekse de göze alırdım. Ama hakikaten bizim sinema beni çok doyuruyordu. İzmir'deki Çınar Sineması ile karşılaştırabileceğim kadar güzel bir sinemaydı.

Çocukluğumuzda vampir filmleri furyası vardı, en çok seyrettiğimiz filmlerdi onlar. Giuliano Gemma’nın oynadığı İtalyan Westernleri, Yavru ile Katip, Lorel Hardy... O dönemin popüler klasikleri oynardı. Gemma'nın bütün filmlerini seyretmişimdir herhalde. Türk filmlerinin de hepsini seyrettim. Lisede sabahçıydım. Öğlen okuldan çıktıktan sonra sinema seanslarına denk geldim mi bir film seyreder öyle geçerdim eve.

Hafta sonu film seyretmeye gideceksem dört beş arkadaşımı da götürüyordum. Çünkü ben götürdüğüm zaman gişeden kimse bir şey diyemiyordu tabii. Kan kardeşim olan bir arkadaşım vardı Uçkun, lise formalarımızla okuldan çıkıp film seyretmeye giderdik onunla. Eve geç kaldığında hâkim olan babası çok kızardı.

Öyle çok film seyrettim ki içime işlemiş, hâlâ bir sinema aşığıyım. Mesela şimdi de, 2019 yılında İzmir'de Mülteci Filmleri Festivali yaptık 9 Eylül Üniversitesi'nden sinemacı arkadaşım Ufuk Tanbaş ile birlikte. Halkların Köprüsü Derneği ile Fransız Kültür'de yaptık. Zaten o derneğin aktivistlerinden biriyim.

Yavru ile Katip. 1969
TLR makine_PNG.png

Yavru İle Katip

1969

“(...) dedem Edip Biröz de hacıydı. Sinemanın son zamanlarında gösterilen filmler de anlattığım gibi en az Aydemir Akbaş filan gibilerin filmleriydi, düşünün artık!"

1977-78'de sinema bir krize girdi anladığım kadarıyla ve uvertür filmler gelmeye başladı. Yılmaz Köksal, Aydemir Akbaş, Arzu Okay filmleri... Ben hatta Arzu Okay ile Foça'da tanıştım bir iki yıl önce. Onun bütün filmlerini seyretmiştim. Herkes o filmlere porno film diyor ama ben hiç öyle demedim mesela. Absürt komedi ya da seks komedisi denilebilir... Afişleri öyle değildi ama. Biz o filmlere gidiyorduk, eğer porno filan olsa gidilmezdi tabii. Gülüyorduk, eğleniyorduk o filmlerde. Bir dönem Ali Poyrazoğlu da vardı. Tiyatro oyuncuları falan... Öyle bir dönem geçti.

1978 gibi kapanmış olması lazım sinemanın. Çok komik bir şey var: İşletme muhtemelen dedemin adınaydı ve dedem Edip Biröz de hacıydı. Sinemanın son zamanlarında gösterilen filmler de anlattığım gibi en az Aydemir Akbaş filan gibilerin filmleriydi, düşünün artık! Zarar da ediyordu muhtemelen. Kadınlar ve çocuklar çekildi sinemalardan. Onlar tabii çok ciddi müşterilerdir sinemalar için. Konser dönemi de bitmişti o yıllarda kasabalarda. O noktadan sonra kâr olmadığı, zarara döndüğü için de kapandı. Sinema kapanınca Kardeş Sümer Mağazası'na kiraya verdik binayı. Onlar 1990-91’e kadar uzun yıllar kaldılar orada. Dedem öldükten sonra, bir-bir buçuk sene sonra Şükrü Uyar aldı şimdilerde Evkur Mağazası’nın olduğu binayı. Şükrü Uyar aldıktan bir süre sonra onlar da sinema işlettiler orada. Ama hiç gitmedim, içim elvermedi.”

Sibel Akbaş, görüşmemizin sonunda Kermes Sineması’nın çok kaliteli bir sinema olduğuna tekrar işaret ediyor, aynı şeyi izleyici kalitesi açısından da rahatça söyleyebileceğini belirtiyordu. Kimsenin başına en ufak bir şeyin gelmediğini, sinemaların buna çok müsait yerler olmasına karşın Kermes Sineması üzerinden hiçbir dedikodunun yapılmadığını söylüyordu fakat Bergama büyük şehirlere kıyasla küçük sayılabilecek bir kasabaydı ve kasabalarda gerçeklerin çarpıtılarak, hurafelerle yoğurularak yeniden biçimlendirilmesi istisnai bir durum değildi. Bir dedikodu çıktığında önünü almak kolay olmazdı. Kermes Sineması da böyle bir dedikodudan nasibini almıştı. Bugün dahi batıl inançlarla harmanlanmış o tuhaf söylentilerin sinemayı bitirdiğini, insanların bu yüzden sinemadan ayaklarını kestiğini düşünenler var. Bu söylentiye göre Kermes Sineması’ndaki bir konser sırasında bir kadın hastalanıp felç geçirmiş ve kırk gün sonra da hayatını kaybetmiş. Kimi yobazlar kadının, sinemanın eski bir mezarlığın üzerine yapılmış olduğu için çarpıldığı söylentisini yaymış. Bu söylentilerin Kermes Sineması’nın kapanışına giden yolu açtığı bugün dahi dillendiriliyor.

 

Necati Biröz’ün işlettiği Kermes Sineması, sinemanın müdürü Mehmet Şagban’ın da hatırladığı gibi 1978 yılında kapandıktan sonra mülk sahibi Edip Biröz tarafından kiraya verildi. Kiracı Kardeş Sümer, geniş alana ihtiyaç duyduğu için balkon kısmına da beton atıp sinemayı iki katlı bir perakende mağazasına dönüştürdü. Döneminin Bergama'daki en popüler mağazalarından biri olan Kardeş Sümer, Edip Usta’nın 1990-91 yılındaki ölümüne kadar burada faaliyetine devam etti. Edip Usta’nın ölümünden sonra çocukları tarafından satışa çıkartılan binayı Şükrü Uyar satın aldı.

YENİ NESİL SİNEMALARIN İLK ÖRNEKLERİNDEN BİRİ: KERMES SİNEMALARI

Yeni Nesli Sinemaların İlki
SES_PNG.png

Şükrü Uyar anlatıyor

00:00 / 02:14

Türkiye’nin içinden geçtiği bir başka karanlık dönem olarak hatırlanan 1990’lar, gazetecilerin, akademisyenlerin, Kürt iş insanlarının, suikastler düzenlenerek öldürüldüğü, gazete binalarının bombalandığı, faili meçhul cinayetlerin gündemden düşmediği, Sivas Madımak Oteli Katliamı’nın yaşandığı, herkesin korkuyla beyaz Toros otomobilleri ve JİTEM’İ konuştuğu, insanların Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nde yargılandığı, Refah Partisi-Doğru Yol Partisi’ne karşı Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Milli Güvenlik Kurulu’nda aldığı kararlar neticesinde ülkenin postmodern darbe ile tanıştığı yıllardı. Türkiye’nin bir kez daha format atılan siyasi ve toplumsal hayatı, 1999 yılındaki Marmara Depremi ile bir şok daha yaşayacak, 2001’deki ekonomik krizin de etkisiyle siyasi iktidar yeni kurulmuş olan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne geçecekti.

Türkiye genelinde kıyametin kıyısında geçen 90’lı yıllarda Bergama sakinliğini koruyor, gündelik hayat büyük değişimler göstermeden devam ediyordu. Bu dönemin ortalarında, Bergama iş dünyasının tanınan isimlerinden Şükrü Uyar, Edip Biröz’ün ölümünden sonra satışa çıkartılan eski Kermes Sineması’nın bulunduğu binayı satın alacak ve Kermes Sineması’nı farklı bir tasarım ile yeniden Bergama’ya kazandıracaktı. Bu sürecin ayrıntılarını Şükrü Uyar şöyle anlatıyor:

“Edip Usta’nın mirasçısı olarak iki kızı ve bir oğlu vardı. Onlar satmaya karar vermişler binayı. Bunun üzerine alıcılar gelmeye başladı. Baktım iş ciddi, hakikaten satıyorlar, benim de hemen yan tarafım olduğu için ben de talip oldum. Burası Sayın Restoran idi eskiden, öncesinde de önemli bir kıraathaneydi, İbrahim Efendi'nin kahvesiydi... O günün şartlarında istedikleri büyük bir paraydı. Kardeş Sümer'e de fazla geldi fiyatı galiba. Bana döndüler. O günkü şartlarda 1994'te mülk olarak biz satın aldık. Binayı alırken ne yapacağıma dair kafamda bir düşünce yoktu. Sadece ve sadece iş yerimin yanı, huzursuz bir insan gelir, çocuklarımın ve benim rahatımı bozar, diye düşünerek aldım. Herhangi bir projem yoktu yani alırken. İki mağazanın arasındaki duvarı kaldırdık, bir bütün mağaza yaptık.

Bir gün o dönemin kaymakamı Ali Şanlıer bana ‘Şükrü Uyar, şu memlekette bir sinema dahi yok. Gençler nereye gidecekler? Nerede vakit geçirecekler? Burada madem şimdiye kadar bir şeyler yaptın, ticarette bir şeyler kazandın, bu memlekete bunun karşılığını vermelisin.’ dedi."

Kaymakam, ‘Biz Bergama’ya gidiyoruz diye çok sevindiğimizi söylüyorduk eşimize dostumuza fakat burada sinema dahi yok kardeşim! Bu konuda herhangi bir şekilde alet edavat anlamında ne istersen, ne gerekirse ben belediyeden bunları tedarik ettireceğim. Yeter ki şu gençlerin vakit geçirebileceği bir yer yap.’ diyerek Şükrü Uyar’ı teşvik ediyordu.

Çocukluğunda, gençlik yıllarında meydanlara asılan afişlere bakıp haftanın üç dört günü bazen ailesiyle bazen de arkadaşlarıyla sinemaya gittiğini anlatan Şükrü Uyar, Cumhuriyet Sineması’ndan, Yeni Sinema’ya, Yıldız Sineması’ndan Kermes Sineması’na kadar tüm sinemalarda film seyrettiğini söylüyor. Tommiks-Teksas kitaplarını okumak dışındaki en büyük eğlencelerinin sinemaya gitmek olduğundan bahsediyor. Mayıs ve haziran aylarında açılan yazlık sinemalara koşan, oralarda seyrettiği Kadınım filmindeki Tanju Okan'ın aynı adlı şarkısına âşık olan, hala da dinlemeyi çok sevdiğini söyleyen Uyar, çocukluk heyecanlarını da hatırlayıp Kaymakam Ali Bey’in önerisini hayat geçirmeye karar veriyor. ‘Doğru söylüyorsun sayın kaymakamım, burada madem ki böyle bir düşüncedesiniz, biz de bunu yapmakla mükellef olalım.’ diyerek kolları sıvıyor:

“Ancak o dönemin belediye başkanı Akif Ersezgin idi. Sinemaları yaptık. Kaymakam Bey’in de çok hoşuna gitti. Buradaki adli makamlar, hâkimi, savcısı geldiler, bin defa teşekkür ettiler. Biz tam açılışı yapmak için hazırlanırken Akif Ersezgin açılış için izin vermedi. İzin vermemek için bahaneler aradı. En sonunda ‘Yangın kaçışı yok buranın.’ dedi. Yangın kaçışının olması için de iki tane merdiven vardır, bir tanesi normal merdiven, bir tanesi de yangın çıkış merdivenidir. Bütün mağazalarda, işletmelerde böyledir bu. Gösterdik merdivenleri ama olmadı, en sonunda binanın dışından bir yangın merdiveni yaptık. Ayrıca SİT alanında olmamıza rağmen yeri 1,5 m derinlikte 10 metre uzunluğunda kazdırıp 15 tonluk su deposu yaptırttılar bize. Elinden gelen her türlü zorluğu çıkardı.

“Türkiye genelinde kıyametin kıyısında geçen 90'lı yıllarda Bergama sakinliğini koruyor, gündelik hayat büyük değişimler göstermeden devam ediyordu."

Kadınım. 1975
TLR makine_PNG.png

Kadınım

1975

“En büyük salon 175 kişilikti. Ondan sonraki, arkadaki salon 85 kişilik, onun yanındaki de 68 kişilikti. Büyük salonun koltukları mavi, diğeri bordo, öteki de yeşildi. Rengârenk yapmıştık. "

Böyle olunca aşağı yukarı iki buçuk üç ay açılışı yapamadık. Nedeni de şuydu: Akif Ersezgin seçim konuşmalarında insanlara ‘Ben bu gençler için sinema kültürünü getireceğim buraya.’ demesine rağmen yapamadığından dolayı benim yapmamı kabullenemedi. Hatta ve hatta bu konuda ‘Sinemalar açılamıyor.’ diyerek İzmir Valiliği'ne çıktım. Vali yardımcısıyla bire bir görüştüm, derdimi dinledi. Plan ve projede eksik yoktu, ne varsa hepsini yaparak açılışa hazırlanmıştık. Sadece husumetten dolayı oluşan bir hadiseydi. İzmir Valiliği'nin sinemanın açılması adına ısrarı üzerine 1999 yılında üç salonlu sinemayı açabildik. Kermes Sinemaları diye adlandırdık. Çünkü Kermes, bir kültür burada. Ben de o geleneği devam ettirmek istedim.”

Şükrü Uyar’ın binasının zemin katında bir market vardı. Kermes Sinemaları üst kata, üç salon olacak biçimde kuruldu:

“En büyük salon 175 kişilikti. Ondan sonraki, arkadaki salon 85 kişilik, onun yanındaki de 68 kişilikti. Büyük salonun koltukları mavi, diğeri bordo, öteki de yeşildi. Rengârenk yapmıştık. Salonlar arasında ses geçmesin diye çok iyi bir şekilde ses izolasyonu yaptık. Üç salon aynı anda çalıştığında bile ses hiç geçmiyordu. Üç salonu da muhteşem biçimde yaptık gerçekten. Kaymakam Bey muhteşem bir insandı o günkü şartlarda ve ben de ona en iyi biçimde yapma sözü vermiştim, o da ‘Hadi bakalım bekliyorum.’ demişti. O yüzden ben de ona yakışsın diye en güzelini yaptırdım. Malzeme olarak, dekorasyon olarak... Projeksiyon, ses sistemi hepsi sıfırdı. Hepsi yeni malzemeydi.

Kara Mehmet dışında İzmir'den gelen iki makinistimiz vardı. Birine Dede derdik, o baş makinistti. Bir hatada, bir arızada en kısa zamanda yapar, tamir ederdi. Bir de onun yetiştirdiği bir eleman vardı, onu da getirmişti yanında. Onlara burada bir ev tutmuştum. Gişede zaten daha ziyade kızım Aslı dururdu. Büfede popcorn filan yapan biri olurdu. Atmaca'dan birilerini getirtirdik haftada bir gün. Sinemanın kapalı olduğu pazartesi günleri onlar kıyı köşe temizliğini yaparlardı. Eski sinemalardaki seans düzeni değişmişti. Kadınlar için ayrı seans yapmıyorduk. Tüm seanslara herkes gelebiliyordu.

Sinema işi para kazandıran bir meslek değil. Para kazanan bir iş değil. Bir de biz hep böyle yeni vizyona çıkmış filmleri getirirdik. Garantili... Derdik ki, 5 bin seyircinin altında kalırsa ben sana onun ücretini ödeyeceğim, öteki türlü de yarı yarıya anlaşırdık film şirketleriyle. Sonra öyle bir şey ki, gençler sinemaların kıymetini bilmemeye başladılar. Ellerinde bıçaklar, çakılar, jiletler, başladılar minderleri kesmeye. Başladılar duvarları kesmeye. Duvarlar da sünger kaplamaydı çünkü. Dekorasyondaki kadife perdeler... Çok özenerek yapmıştım hepsini. Gündüz 12'den, gece 12'ye kadar devamlı seans vardı. Üç ayrı film oynardı. Fakat gençler böyle yaptıkça benim sinemaya karşı keyfim gitti. Zevkim gitti.

Esasında bu sinemalarla kızım Aslı uğraşıyordu. Aslı turizm okulunu bitirmişti, biraz da onun için yapmıştım sinemayı. ‘Burası Kaymakam Bey’in hatırası, buraları sen çalıştır.’ demiştim. O ilgileniyordu film şirketleriyle filan. İstanbul'daki film şirketlerinden filmleri seçer, siparişi verirdi. Ama sonraları ben her uğradığımda Aslı’yı üzgün görüyordum. ‘Baba yine koltukları paramparça yapmışlar, beş tane perdeyi kesip atmışlar.’ falan derdi. Ve bunun yanında bir de sigaraları da oturma minderlerine basıp söndürüyorlarmış. Biraz da yangına sebep verecekler diye korktum o zaman. Yakacaklar sinemayı! Neden böyle yapıyorlardı, o da bilinmeyen bir hadise... O günkü şartlarda dedik ki ‘Demek ki artık Bergamalı bu sinemaları istemiyor. Nasıl ki istenmeyen bir yerde durulmaz, ben de bu sinemalardan vazgeçiyorum.’ dedim. Hatta ve hatta sinemaları kapatacağımı ifade ettiğim zaman o zamanki Hâkime Hanım çok üzülmüştü, ‘Sanki çocuklarımdan ayrılıyormuşum gibi geliyor bana sinemalar kapanınca.’ demişti.

Bina eski ama dekorasyon yeni olunca sigorta şirketleri çok para çıkartıyorlardı. Büyük para çıkartıyorlardı. Hem bu sigorta parası büyük, hem de yangın tehlikesi... Korkmaya da başladım yani acaba birileri tarafından kasıtlı olarak mı yaptırılıyor diye... Sinemalardan para kazanmak diye bir şey de yok. Hiç kimse kazanamaz o günkü şartlarda. Kazanılır da ancak masrafını karşılar. Ben sadece ve sadece bir eser olsun, Kaymakam Bey’e sözümüzü tutalım diye yapmıştım. Baktım ki bu iş yürümüyor, kurumsal firmalara kiraya verdik. Tansaş geldi, sinemaların olduğu üst katı da depo olarak tuttu. Böylece 2004-2005 gibi sinemaları kapatmış olduk.

O sinema salonları yıkılırken oturup ağladım. Duygulanmıştım çok. Makineleri, koltukları gazeteye ilan verip yeni sinema kuracak olanlara sattık. Bergama dışından birileri aldı hepsini.

Sinemayı kapattıktan sekiz sene kadar sonra 2012’de kızım Aslı'yı kaybettim. İnşa ettiğim Aslı Garden Sitesi'nin adı kızımın adından geliyor. Aslı, ablası ile birlikte İstanbul'da oturuyordu okurken. Sinemaları kurunca buraya gelip işin başına geçti. Sinemanın bütün her şeyiyle o ilgilenmişti zaten. Benim işim sinemayı kurmaktı, sözümü yerine getirdim. O da çok istiyordu, sinemayı yönetti. 2008-2009 gibi karaciğer kanseri hastalığına yakalandı. 2012'de de kaybettik. ‘Artık kızımın adını iyi bir şekilde yaşatmak istiyorum. Burada da olmayan bir şekilde... Öyle bir eser yaptırayım ki adı hep yaşasın.’ dedim. Aslı Garden sitelerini yapmaya başladım ondan sonra. Bundan sonra da onun adına yakışır bir okul yaptırırsak... Kızımızın ismini bir şekilde ölümsüzleştirmeye çalışıyoruz.”

“Hem bu sigorta parası büyük, hem de yangın tehlikesi... Korkmaya da başladım yani acaba birileri tarafından kasıtlı olarak mı yaptırılıyor, diye..."

Şükrü Uyar’ın Kermes Sinemaları kapanmıştı fakat sinemanın çalıştığı günlerin güzel hatıralarını içlerinde taptaze tutanlar da vardı. Bergama’nın, antik usullerle üretim yapan iki kadın parşömen ustasından biri olan Nesrin Ermiş Pavlis, Kermes Sinemaları açıldığında arkadaşlarıyla birlikte çok heyecanlandıklarını hatırlıyor:

DSLR makine_PNG.png

Nesrin Ermiş Pavlis - Bergama 2021

Fotoğraf: Yücel Tunca

00:00 / 02:45

“Ortaokula gittiğimiz yıllarda, kışlık Şen Sineması dışında başka sinema yoktu Bergama'da. Şen Sineması'nın reklam panoları dururdu Çamlı Park'ın dibinde. Biz öğrenciyken oradan gelip geçerken hep kıkırdardık afişlere göz ucuyla bakıp. İşte ‘Bugün, bu sefer ne varmış?' diye… Hayatımın Zehri, Tatlı Şey gibi, erotik filmlerin afişleri olurdu. Bakmak bile ayıptı aslında o afişlere.

Daha sonra Kermes Sinemaları açıldığında çok heyecanlanmıştık. ‘Sonunda bir sinema geldi Bergama'ya.’ diye. Ona çok sık gidiyorduk arkadaşlarla. Genelde kimsenin gitmeyi istemeyeceği filmler, çok popüler olmayan, biraz daha festival filmleri tarzında filmler geliyordu... Seyirci ya hiç olmaz ya da çok az olurdu. ‘Ya yine mi kimse yok?' Biletçiye gider, ‘Oldu mu, oldu mu? Geldi mi beş kişi?' diye sorardık. Sanırım en az beş kişiyle oynatıyorlardı. Ya biz arkadaşlarımıza haber verip insan topluyorduk ya da yoldan birilerini çeviriyorduk filmi izleyebilmek için.

Üniversite zamanında Kütahya'da da giderdik sinemaya ama tatillerde Bergama’ya geldiğimde yine arkadaşlarla buluşup gidiyorduk Kermes Sinemaları’na. Beş kişiyi zor toplayıp izliyorduk filmleri. Bazen ‘Abi, parasını biz verelim!' deyip iki kişiyle film izlediğimizi hatırlıyorum.

“Açık hava Şen Sineması annemin doğduğu anneannemin evine 20-30 metre uzaktaydı. (...) Anneannemin yanında oturduğumu, filmi seyrederken birlikte ağladığımızı hatırlıyorum.."

Biz çok severdik Kermes Sinemaları’nı. Merdivenlerle üst kata çıkılırdı. Sağa dönerdik, uzun bir koridoru vardı. Orada yiyecek içecek satılan büfesi vardı. Devamında salonlar vardı. Ses geçirmezdi salonlar. Bizim için en önemli kriter oydu. Çok güzel filmler izlemiştik o zaman. Neredeyse iki günde bir, üç günde bir giderdik. Sinemanın önünde gelecek program afişleri olurdu. Onlara bakar, takip ederdik. Arkadaşlarımıza haber verir, en az beş kişiyi toplardık, başka kimse gelmezse diye. O zamanlar gençsin, heyecanlandırıyor izlediğin filmler seni. Hem bu var, hem de yapacak başka bir şey yoktu Bergama'da. Biz arkadaş grubuyla parklarda buluşur, bira içerdik, gizli saklı. O zamanlar kızların içmesi tabuydu. Neredeyse oturup sohbet edeceğin bir kafe bar bile yoktu o zamanlar. Hem bir araya geliyorduk, hem de gerçekten güzel filmler izliyorduk. Ciddi güzeldi, ben çok beğeniyordum, iple çekiyordum o filmleri izlemeyi.

Sinemada film izlemeyi hep çok sevmişimdir zaten. Sanırım ilk sinema deneyimim Bergama’da, Barbaros Mahallesi'ndeki açık hava Şen Sineması'nda olmuştu. Anneannemle birlikte giderdik. Filmleri tabii ki hatırlamıyorum ama acıklı filmler olduğunu hatırlıyorum. Emrah'ın filmleri gibi... Anneannem hep ağlardı, hatta ben de onunla birlikte ağlardım. Onları hatırlıyorum hayal meyal.

Açık hava Şen Sineması annemin doğduğu anneannemin evine 20-30 metre uzaktaydı. Ben sanırım sinemanın son zamanlarına yetiştim. 5-6 yaşlarında olabilirim. Çok az, hayal meyal hatırlıyorum. Anneannemin yanında oturduğumu, filmi seyrederken birlikte ağladığımızı hatırlıyorum. Annemle babamla değil de, daha çok anneannemle giderdik. O da enteresandır, dedem nasıl izin veriyormuş, bilmiyorum. Belki işte ‘Çocuk istiyor!' filan deyip, anneannem de kendi izlemek istediği için beni götürüyor olabilir. Anneannem biraz hüzünlenmeyi, ağlamayı seven bir karakterdi. Fazla detay kalmamış aklımda ama serin olurdu yaz akşamları. Anneannem ‘Üzerine bir hırka al.’ diyordu mutlaka.

Ortaokul zamanlarımda 15 tatilde İzmir'e giderdim halamın yanına. O beni sinemaya götürürdü kuzenlerimle birlikte. AVM sinemalarına giderdik; ki bu o zamanlar çok havalı geliyordu. Popcorn alıp film izlemek... Özgür Willy’yi izlemiştik. Onu çok iyi hatırlıyorum. Çok etkilenmiştim. Bir kere sinema AVM'nin içindeydi. Bergama'da hiç AVM yoktu. Köyden İzmir'e gidiyorsun gibi bir şey yani. E küçüksün zaten. Kalabalık, yürüyen merdivenler… Popcorn kokuyor içerisi. Çok kalabalık. Çünkü 15 tatilde gidiyorsun, bütün öğrenciler aileleriyle birlikte sinemadalar. Büyük bir salon, perdede değişik değişik balinalar atlıyor zıplıyor; sesler her yerde falan... Gözlerini sonuna kadar açmış bambaşka bir dünyayı izliyorsun yani... Hepsini algılamaya çalışıyorsun. Çok güzeldi, çok keyifliydi.

Özgür Willy. 1993
TLR makine_PNG.png

Özgür Willy

1993

Nesrin Ermiş Pavlis'in DVD'lerekaydedlmiş film arşivi. Fotoğraf: Yücel Tunca
TLR makine_PNG.png

Nesrin Ermiş Pavlis'in DVD'lere kaydedilmiş film arşivi.

Fotoğraf: Yücel Tunca-2021

Testere. 2004
TLR makine_PNG.png

Testere

2004

Bir de Bergama'da sinemanın olmadığı zamanlarda CD'ye film çektirmek diye bir şey vardı. Ayı Cavit'in yan tarafında bir aralık vardır, berber ile Ayı Cavit'in arasında. Orada küçük bir dükkânda CD’ci vardı. Mesela gidip, 'Abi, bana Testere filmini çek CD'ye.' derdin. Liste yapar verirdin, o sana CD'ye çekerdi. Çok film çektirmiştik o zamanlar ona. Galiba bir tek o dükkân vardı bu işi yapan. Başka olsaydı bilirdim çünkü oradan da alırdım. Daha sonraları hard diske film yüklemek, film indirmek çok popülerleşti. Herkes birbiriyle film arşivini paylaşırdı. Sinemaya gitmek gibi bir alternatif olmayınca herkes bilgisayarlarından izlemeye başlamıştı. O film arşivleri benim hard diskimde hâlen duruyor mesela.

Üniversitedeyken de, mezun olup Bergama'ya döndükten sonra da İzmir'e, Karaca Sineması'na giderdim Başka Sinema'nın filmlerini izlemek için. Çok gitmişliğim vardır sadece film izlemek için İzmir'e. Onları takip ederdim. Çünkü Bergama'ya o filmler hiçbir zaman gelmeyecek, biliyorsun ya bunu. Buradan yalnız gider, İzmir'deki arkadaşım Şebnem ile buluşur, sinemaya beraber giderdik. Son zamanlara kadar hep yaptık bunu. İzmir'de diğer sinemalara da gittim tabi ama bizim için Karaca Sineması'ydı esas.

Bergama’da geçmiş yıllarda otogarın oradaki AVM'ye bir sinema açılmıştı. Bir kere denemek için gitmiştik. Diğer salonun sesini geçiriyordu duvarlar. Diğer filmi dinliyorsun. ‘Olmaz bu iş.’ dedik, bir daha da gitmedik o sinemaya.

En son da BerKM'deki sinema açıldı. Kültür merkeziyle birlikte bir sinemanın açılması önce bir heyecan yarattı bizde. Bir kere annemi, babamı götürdüm. Ata Demirer filmine. Çok eğlenmiştik. Sonra Ahlat Ağacı'nı izledik hep beraber arkadaşlarla. Bir de Şener Şen'in, galiba Yol Ayrımı'ydı, onu tek başıma izlemiştim. BerKM'deki sinemaya hep popüler, benim çok ilgimi çekmeyen, genelde gençlere, çocuklara hitap eden filmler geliyordu. O yüzden bu saydığım filmler dışında gitmedim. Sonra da araya pandemi girdi zaten.

Ahlat Ağacı. 2018
TLR makine_PNG.png

Ahlat Ağacı

2018

Yol Ayrımı. 2017
TLR makine_PNG.png

Yol Ayrımı

2017

Parazit. 2019
TLR makine_PNG.png

Parazit

2019

Benim için sinemada film seyretmek geçmişte kaldı.’ demiyorum kesinlikle. Sadece araya pandemi girdi. Çünkü televizyondan ya da bilgisayardan film izlemekle sinemada izlemek arasında çok büyük fark var. Ben sevmiyorum, izlemiyorum bilgisayardan. En son galiba Karaca'da Parazit filmini izlemiştik Şebnem ile. Tam bir yıl önceydi galiba. Onu evde, bilgisayarın başında seyretsem, hiç bir anlamı yok bence. O Özgür Willy'yi nasıl zamanında büyük büyük açılmış gözlerle izlediysem, Parazit'i de öyle izledim. Çok başka bir şey yani. Bence sinemalar bitmedi.”

DELLÂLLARDAN YÖNETMENLERE BERGAMALI SİNEMACI PORTRELERİ

Dellâllardan Yönetmenlere

Sinemanın olduğu yerde dellâllar yani çığırtkanlar da olurdu geçmiş zamanlarda. Afiş panolarından yapılan duyuruları sesli sözlü reklamlarla desteklemek etkiyi katlıyordu haliyle. Bunu daha ilk zamanlarda Bolşevik Cavid, sinemasının önünde davul zurna çaldırarak yapmaya başlamış ve hatta zaman zaman kendisi de metal konik bir borudan ibaret megafonunu kullanarak oynatacağı filmleri anons etmişti.

Sokaklarda yürüyenler, kahvehanelerde oturanlar, hatta evlerdeki insanlar bu sesli duyuruların merak uyandıran cümlelerine kulak kabartır, akşama ya da ertesi gün o filme gitmenin planlarını yapmaya başlardı. Sinema çığırtkanlarını elbette en çok çocuklar severdi. Koşup çığırtkanın etrafında toplanır, onunla birlikte yürür, peşinden koşturur, daha o andan itibaren, duyurulan filmin hayal âlemine dalarlardı.

palet_firca.jpg

Patat Mehmet, Duçi Müfit, Boyacı Orhan ve Dartanyan, Kasap Necati’nin kıyma makinesini kamera niyetine kullanarak, başrolünü Artiz Burhan’a oynattıkları Tarzan filmini çekiyorlar. Gecenin rejisörü Duçi Müfit birazdan “Motor! Ekşın!” diye bağıracak, Artiz Burhan da Çift Bodrum’un üstünden kendini Selinos Çayı’nın buz gibi sularına bırakacak.

İllüstrasyon: Nermin Yağmur Erman, 2021

ESKİ VİDEO_PNG.png

Ali İhsan Güngül anlatıyor. 2000

Video: Sibel Akbaş,  Montaj: Yücel Tunca

İlerleyen zamanlarda Yahudi Bahor el attı bu işe. Boynuna geçirdiği, iple birbirlerine bağlanmış kontrplakların biri önünde, diğeri arkasında sokaklarda gün boyu dolaşıyordu. Kontrplaklarda o gün hangi sinemada hangi filmler oynuyorsa onların afişleri asılıydı. Elindeki megafonla bağırırdı: "Bu akşam saat dokuzda, İntikam Alevi Yeni Sinema'da! Ayhan Işık, Mualla Kaynak, İntikam Alevi!"

Sonraları devir değişti, motorlu araçların sayısı giderek arttı. Sinemaların duyuruları da otomobiller, kamyonetler kullanılarak yapılmaya başlandı. Arabaların her tarafına o günün filmlerinin afişleri asılıyor, havalı hoparlörlerle anonslar yapılarak bütün mahalleler dolaşılıyordu. Kamyonet kasalarına camcı stantlarına benzeyen iki taraflı afişliklere afişler asılıp yeni gelen filmler Bergamalılara duyuruluyordu. Kale Mahallesi’nden, eski otobüs muavini olan Kapalı lakaplı bir kişi bu motorize dönemin en ünlü çığırtkanlarından biri haline gelmişti.

Bu anons araçları özellikle Atmaca Mahallesi’ne geldiklerinde büyük şenlik olurdu. Arabanın üzerine yerleştirilmiş havalı hoparlörün bir anfi aracılığıyla arttırılan sesi, dip köşede kim varsa herkes tarafından duyulurdu. Dört bir yandan sökün eden çocuklara afişleri kaptırmamak marifet kabul edilirdi. Afişler sinemalara şirketler tarafından sayılı verildiği için her biri çok değerliydi.

İntikam Alevi. 1956
TLR makine_PNG.png

İntikam Alevi

1956

Artiz Burhan da ’60’ların, 70’lerin nam salmış çığırtkanlarından biriydi. Sadece çığırtkanlık da değil, sinemalarda ne iş olsa yapardı Artiz Burhan. Kiminin deyişiyle saf, kiminin deyişiyle "akli dengesi yerinde olmayan" bir adamdı. Sinemalardan ayrılmazdı. Temizlik işlerini yapar, getir götüre yardım ederdi. Bir filmde oynamak, artist olmak en büyük hayaliydi. Sinemacı Cavit’in has adamıydı. İkisi de birbirini çok severlerdi. Sinemacı Cavit, "Cavit Sarsılmaz ve Burhan Öğündü-Sinema Sahibi" yazan bir tabela bile yaptırmıştı onu sevindirmek için. Fakat tabela Yıldız Sineması’nın deposunda asılı dururdu. Burhan da "sinema sahibiyim" diye oradan ayrılmaz, Cavit’in verdiği bütün işleri sesini çıkarmadan yapardı. Cebine konulan harçlıkla, parayla işi yoktu. Maksat, sinemanın yakınında, içinde olmak, bütün filmleri seyretmek ve güzel bir filmde boy göstereceği günü oralarda beklemekti.

Yazlık Şen Sineması’nda Yılmaz Asık’ın yanında da çalıştı Burhan. Yılmaz Asık bir gün sinema perdesinin kenarlarına siyah çerçeve çekmek için çıktığı merdivenden düşüp de bir süreliğine iş göremez hale gelince makine dairesine Burhan geçmiş, filmleri günlerce o oynatmıştı. Yıllarını sinemalarda geçirdiği için makineleri kullanmayı da iyi kötü biliyordu. Fakat günde en az dört kere köfte ekmek istiyordu bu işi yapmak için. "Benim karnım acıktı, köfte istiyorum." diyordu iki saatte bir.

Burhan’ın artist olma hevesini Bergama’da pek çok kişi biliyordu. Onun saflığı ve bu hevesi zaman zaman zor günler yaşamasına da sebep oldu. Köfte ekmek ile ikna edilemediği günlerde yalandan film çekimlerine davet edilerek motive olması sağlanıyor, o heyecanla bütün sinema Burhan’a süpürtülüyordu.

Beytullah Özyıldız, Yılmaz Asık ve Ali İhsan Güngül kafa kafaya verip "Bu adamı nasıl çalıştırırız?" diye düşünürlerken Güngül’ün aklına Almanyalı bir arkadaşının 8 mm’lik bir film kamerası olduğu geldi. Burhan’a da, "Bir rejisör gelecek, burada film çekecek" dediler. Sonraki gün o zamanların modası olan paralel telefondan Burhan’ı aradılar. İçlerinden biri, “Burhan ben rejisörüm, Ayvalık'tayım, senin namını duydum. Bergama’ya geleceğim. Bir deneme filmi çekeceğiz seninle. Sakın oradan ayrılma, sinemada dur.” dedi telefonda. Burhan günlerce ayrılmadı sinemadan ve kendisinden istenen bütün işleri mırın kırın etmeden yaptı.

Bir vakit sonra aynı ekip, Ali İhsan Güngül’ün Almanyalı arkadaşı ile tanıştırdılar Burhan’ı. “Bak,” dediler, “bu arkadaş rejisör.” Onun kamerasını alıp Burhan ile beraber arabaya doluştular ve dere içinde deneme filmi çekmeye başladılar boş makineyle. Vurdulu kırdılı bir sahneydi güya çektikleri. O günleri anlatırken üzüntüyle "Neler yaptık adama!" diyor Yılmaz Asık.

Burhan'ın artist olma hevesini Bergama'da pek çok kişi biliyordu. Onun saflığı ve bu hevesi zaman zaman zor günler yaşamasına da sebep oldu.

Burhan'ın

Ayhan Işık tarzı bıyıkları var, saçları da onun gibi briyantinli. O gün onu öyle bir dolduruyorlar ki, Burhan çok önemli bir artist olduğuna iyice inanıyor.

Artiz Burhan’ın yaşadıkları bu kadar değil tabii. Boyacı Orhan, eski Türk Ocağı’nda eskrim dersleri aldığı için lakabı adının yerine geçen Dartanyan ve Aydan Gelen Camcı Şerif de Burhan ile yaşadıklarını halen anlatmaya devam edenlerden…

Futbol hayatları da olan bu ilginç kişiler Karanfilin Kahve diye bilinen kahvede otururlarmış. "İçeride her türlü hayvan var" denildiği için Nuh’un Gemisi diye de anılırmış bu kahvehane. Boyacı Orhan, Dartanyan, Aydan Gelen Camcı Şerif’in yanı sıra Sümerbank başmüfettişliğinden emekli Duçi Müfit, Patat Mehmet ve lokantacı Rasim Usta da bu ekibin ayrılmaz parçalarıymış.

Bir gün bu ekip Kasap Necati (Karadağ)’den bir kıyma makinesi alıyor, üzerine saat zembereği ve bir dişli monte ediyorlar. Kıyma makinesinin kolunu çevirdikçe film kameraları gibi çıt çıt çıt ses çıkartıyor yaptıkları düzenek. Üzerine de siyah bir örtü iliştiriyorlar ki kameraya iyice benzesin. Patat Mehmet setin ışıkçısı oluyor bir el feneriyle. Duçi Müfit patron, rejisör oluyor, Boyacı Orhan set amiri... Uydurma film setinde Dartanyan da bir iş buluyor kendine. Ve tabii oyuncu olarak da Artiz Burhan… Burhan’ın Ayhan Işık tarzı bıyıkları var, saçları da onun gibi briyantinli. O gün onu öyle bir dolduruyorlar ki, Burhan çok önemli bir artist olduğuna iyice inanıyor. "Adem ile Havva filmi çevireceğiz." diyerek kalenin arka tarafına çıkıyorlar gece karanlığında. Burhan’ı soyunmaya ikna edip önüne arkasına incir yaprakları koyuyorlar. Saatlerce "Havva! Havva!" diye bağırttırıyorlar Burhan’ı. Bu sırada kıyma makinesinin kolu dönüyor, el fenerleriyle set aydınlatılıyor.

Başka bir gece Burhan’ı, Akasya Park’a, Tarzan filmi çekmek için götürüp bir ağaca bağlıyorlar, etrafına da ateş yakıyorlar. "Buradan kurtulmanı çekeceğiz." diyorlar. Burhan uzun zaman iplerden kurtulmaya çalışıyor, çırpınıp duruyor.

Bir kış gecesinde de Tarzan filminin devamı için Bazilika’nın yanındaki, içinden Selinos Çayı’nın aktığı tünellere götürüyorlar. Buz gibi havada 6-7 metre yükseklikten aşağıya atlatıyorlar. Burhan o geceyi de sağ salim atlatmayı başarıyor.

Bir başka seferde uydurma çekimler devam ederken bekçi çıkageliyor. Uzaktan "Ne yapıyorsunuz orada?" diye sesleniyor bekçi. Burhan’ın kulağına eğilip "Bu sahnede film icabı posta koyacaksın bekçiye." diyorlar. "Sana ne lan!" diye bağırıyor bunun üzerine Burhan, hiç tereddüt etmeden. Ve tabii işler karışıyor o gece…

Burhan’ın oynatıldığı bu sahte filmlerin çekimleri o kadar meşhur oluyor ki çekimlere Bergama’nın önde gelen insanları da katılmaya başlıyor. Hâkimler, öğretmenler, iş adamları çekimleri seyretmeye geliyorlar. Her setin sonunda paydos verildiğinde orada kim varsa hepsinden 5 kuruş 10 kuruş toplanıp Burhan’ın cebine konuluyor.

O günlerde film çekimlerini duyup da gerçek sanan Kozak Karakol Komutanı, Boyacı Orhan'ı buluyor: “Orhan Bey,” diyor, “ben de yetenekliyim bu konuda, mümkünse bana da bir şans tanısanız.” Boyacı Orhan ertesi gün arkadaşı Bilgin Yasa’ya anlatıyor bunu: “Yahu Bilgin, çevirteceğim herife filmi ama asker adam neticede, öldürür sonra beni dayaktan.” Sonraki günlerde de Boyacı Orhan’ı her görüşünde “Ya Allah’ınızı severseniz, bana da bir şans verin.” diye ısrar etmeye devam ediyor komutan.

Film ekibinin maceraları dilden dile yayılınca ikinci bir ekip çıkıyor ortaya Bergama’da. Onlar da Burhan ile film çevirmeye başlıyor. Fakat ilk ekiptekiler bu yenilerin Burhan’a olan davranışlarından rahatsız oluyorlar. Kendilerinin gösterdiği 'nezaketi, zarafeti' göstermediklerini, Burhan’ı aşağıladıklarını düşündükleri için onu kenara çekip vazgeçirmeye çalışıyorlar. “Burhan bak,” diyorlar, “biz de sana bugüne kadar böyle şeyler yaptık ama sen artist filan değilsin. Havalara girip gitme başkalarıyla. Bak seninle dalga geçiyorlar.” diyorlar. Burhan hiç beklemedikleri bir tepki veriyor: “Hadiyin lan oradan! Meşhur oldum diye kıskanıyorsunuz beni.” diyor. “Ya yapma etme abicim, gözünü seveyim!" diyorlar ama anlatamıyorlar. Laz Muzaffer'in çinko kepenkli dükkânının önünde ısrar ediyorlar: “Bak Burhan, sana söylüyoruz, sen artist falan değilsin!" Burhan inanmış bir kere, direniyor: “Hayır artistim!" Değilsin, öyleyim, değilsin, öyleyim, derken iş büyüyor. O gece fena bir dayak yiyor Burhan. En sonunda bıraksınlar diye, “Tamam, yeter vurmayın, değilim!" diyor. Bırakıyorlar bunun üzerine dövmeyi, “Defol git şimdi!" diyorlar. Burhan yanlarından biraz uzaklaşıp, uzaktan bağırıyor bunlara: “Ulan yarın Türkan Şoray'ı koluma takıp buraya getirmezsem eğer!" 

Kısaca boylu, külhan bey yürüyüşlü, saçları her daim briyantinli Artiz Burhan’a seneler sonra bir miktar miras kalıyor ölen bir akrabasından. O dönemde Aliağa’da yaşayan Burhan’a kalan mirası kaptırmaması için Rıfat Dişli ve Avukat Nuray Hanım yardım etmeye çalışıyor fakat başaramıyorlar. Artiz Burhan yokluk içinde hayata veda ediyor.

Bırakıyorlar bunun üzerine dövmeyi, 'Defol git şimdi!' diyorlar. Burhan yanlarından biraz uzaklaşıp, uzaktan bağırıyor bunlara: "Ulan yarın Türkan Şoray'ı koluma takıp buraya getirmezsem eğer!"

Tüdanya'nın başrol oynadığı filmlerden bazılarının afişleri.
Tüdenya'nın Seni Sevmeyen Ölsün adlı kaseti.
TLR makine_PNG.png

Tüdanya'nın bazı filmlerinin afişleri ve Seni Sevmeyen Ölsün adlı kaseti.

Artiz Burhan’ın yolu, hayatı boyunca ne yazık ki gerçek bir film setinden geçmemişti. Fakat Bergamalılar arasından, sayıları tiyatro sahnesinin heyecanını yaşayanlar kadar çok olmasa da kamera karşısına geçme hayallerini gerçeğe dönüştürenler de oldu. Bir kısmı hayatlarını farklı alanlarda kurmuş olsalar da gün gelip kendilerini film setlerinde de bulacaklardı.

Atmaca Mahallesi’nin güzel sesli şarkıcısı Hatice Döngü, Tüdanya sahne adıyla 1980’ler boyunca bir yandan gazinolarda rüzgâr gibi esip, İzmir Fuarı’nda üst üste 11 yıl sahne alarak bir rekora imza atarken aynı zamanda da arabesk filmler furyasında kendini göstermişti. 1982 ile 1989 yılları arasında Sancı, Yıllar, Canımdan Can İste, Canımın Canısın, Sen Yaşa adlı beş filmde başrol oynayan Tüdanya, gerçek hayat hikâyesini de iyi bilen Bergamalıları hıçkırıklara boğmuştu.

Tüdanya o yıllarda çok meşhur olduğu için dikkatleri daha fazla üstüne çekmişti ancak Bergamalı olup da beyaz perdede boy gösteren ilk kişi o değildi. Aşağıkırıklar köyünde yaşayan Borucu İsmail (Eriş)’in beş yetişkin çocuğundan 70-80 cm boylarındaki üçü, Süleyman, Saniye ve İbrahim, 1971 yapımı Keloğlan ve Yedi Cüceler filminde rol almışlardı. Filmin çekiminden sonra köyden ayrılan ailenin İstanbul’a yerleştiği, daha sonra Süleyman, Saniye ve İbrahim’in Almanya’ya götürüldüğü anlatılıyor köylerinde.

Daha yakın zamanlara geldiğimizde televizyon dizilerinde, eğlencelik bazı filmlerde rol alan gençler olduğunu da görüyoruz. 2011 yapımı Türk Pasaportu filminde oynayan Eylem Demir, 2012 yılında çekilen Adını Feriha Koydum TV dizisinin oyuncularından Yüksel İlgen dışında güzellik kraliçesi seçildikten sonra sinemayı deneyimleyenler de var. Mert Öztüre İlkokulu’nda okurken 2003 yılında Yıldız Kızlar Kros Yarışması’nda birinci olan Sevgi Avcıoğlu aradan on yıl geçtikten sonra bu kez 2013 Zeus Türkiye'nin 18'inci kraliçesi ve Model Star Türkiye'nin 1'incisi seçilmiş ve hemen ardından 2014 yapımı Çakallarla Dans-3 filminde oynamıştı.

Keloğlan ve Yedi Cüceler. 1971
TLR makine_PNG.png

Keloğlan ve Yedi Cüceler

1971

Türk Pasaportu. 2011
TLR makine_PNG.png

Türk Pasaportu

2011

Çakallarla Dans 3-Sıfır Sıkıntı. 2014
TLR makine_PNG.png

Çakallarla Dans 3

2014

İkisini de Sevdim TV dizisi  2017
TLR makine_PNG.png

İkisini de Sevdim TV dizisi

2017

Adını Ferih Koydum TV dizisi. 2011
TLR makine_PNG.png

Adını Feriha Koydum TV dizisi 

2011

Asla Vazgeçmem TV dizisi. 2015
TLR makine_PNG.png

Asla Vazgeçmem TV dizisi 

2015

Güldür Güldür Show. 2013
TLR makine_PNG.png

Güldür Güldür Show TV dizisi

2013

Kapıcılar Kralı. 1976
TLR makine_PNG.png

Kapıcılar Kralı

1976

Adını 2014 yılında Türkiye Güzeli seçildiğinde duyuran Amine Gülşe Özil ise İsveç’te doğmuş, bir süre sonra annesinin memleketine, Bergama’ya dönmüştü. Bergama’da yaşarken katıldığı güzellik yarışmasından birincilikle çıkan ve dört dil bilen Amine, 2015-16’da Asla Vazgeçmem, 2017’de de İkisini de Sevdim adlı TV dizilerinin oyuncu kadrosunda yer aldı. Kamera karşısındaki performansından ziyade 2019'da futbolcu Mesut Özil ile yaptığı evlilikle tanınıyor Bergama'da.

Tiyatro kökenli olup hem sahnede hem de beyaz perdede kariyerlerini sürdüren iki farklı kuşağın temsilcilerini anmayı özellikle biraz daha sona doğru bıraktım. Hayatlarını tiyatro ve sinema oyunculuğu üzerinden kurgulayan bu iki kişiden ilki, Dokuz Eylül Üniversitesi Tiyatro Bölümü mezunu Onur Buldu. Oyunculuğunu tiyatrodan, sinemaya, oradan TV dizilerine kadar geniş bir yelpazede sergileyen Onur Buldu, genç yaşına rağmen on dört uzun metrajlı ve bir kısa metrajlı sinema filminde, dokuz TV dizisinde, üç tiyatro oyununda rol almış durumda. Günümüzde de Güldür Güldür Show’daki Birol karakteri ile harikalar yaratıyor.

Onur Buldu gibi tiyatro ve sinema oyunculuklarına zaman zaman TV filmi oyunculuklarını da ekleyerek bugünlere kadar hayat verdiği karakterleri samimiyetle izleyicisine sevdiren Zerrin Sümer’i de analım. Onun da hayatı, öğretmen olan ablasının tayini nedeniyle bir süre yaşadıkları Bergama’da, Halk Eğitim Merkezi’ndeki tiyatro faaliyetlerine ortaokul yıllarında katılmasıyla değişmişti. Bergama’da başlayan tiyatro tutkusu Zerrin Sümer’i Ankara’ya, Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’ne taşıyacaktı. Mezuniyetinden sonra Devlet Tiyatroları ve Ankara Meydan Sahnesi gibi pek çok tiyatroda 80’e yakın oyunda rol alan Sümer 1996 yılında BKM oyuncuları arasına katıldı. 1976 yılında Kapıcılar Kralı filmiyle sinemaya ilk adımını attı. 47 yıl içerisinde yirmiye yakın filmde, yirmiden fazla TV dizisinde rol aldı, aralarında Türkan Şoray’ın da bulunduğu çeşitli sinema oyuncularının seslendirmesini yaptı.

Gelelim günümüz Bergama’sının en ünlü isimlerinden birine. Dedelerinden itibaren nesilden nesile klarnet virtüözleri yetiştiren bir ailenin dünyaya hediye

Ortaokul yıllarında tiyatro ile Bergama Halk Eğitim Merkezi'nde tanışan, Şamil Kutlu sayesinde hayatının yönü değişen Zerrin Sümer bir piyeste.  1950'lerin sonları
TLR makine_PNG.png

Ortaokul yıllarında tiyatro ile Bergama Halk Eğitim Merkezi'nde tanışan, Şamil Kutlu sayesinde hayatının yönü değişen Zerrin Sümer bir piyeste.

1950'lerin sonları. Fotoğraf: BERKSAV-Belleten/20

ettiği Hüsnü Şenlendirici de dolu dolu geçen müzik hayatında iki kez parantez açıp, 2012 yılında Hülya Avşar ile başrolü paylaştığı TV dizisi Kadın Severse’de ve 2013 yapımı sinema filmi Vay Başıma Gelenler’de oyunculuğu deneyimledi. 5 yaşındayken klarnet çalmaya başlayan Şenlendirici 12 yaşında İstanbul Teknik Üniversitesi Türk Müziği Devlet Konservatuvarı Çalgı Eğitim Bölümü’ne girmiş, Okay Temiz ile dünyanın dört bir yanındaki festivallerde çalmış, 90’ların sonlarında efsanevi Laço Tayfa’yı kurmuştu. Şenlendirici’nin müzik kariyerinin arasına sıkıştırdığı filmlerden sonra sırasını bekleyen bir de yönetmenlik hayali var: Her yaz Bergama’daki çiftliğinde düzenlediği Klarnet Kampı’nı hikâye eden bir sinema filmini yönetmek.

Hüsnü Şenlendirici yakın zamanda yönetmen koltuğuna oturur mu bilemiyoruz fakat çoğumuzun tanıdığı Bergamalı bir sinema yönetmeni de var zaten: Kudret Sabancı. Aralarında kısa filmler, belgeseller, TV dizileri ve sinema filmlerinin olduğu 30’a yakın çalışmada yönetmenlik yapan, senaryolar yazan Kudret Sabancı özellikle 1999 yapımı Laleli’de Bir Azize filmi ile akıllarda yer etti ve filmleriyle birçok ödül kazandı. Son olarak 2019 yılında yönetmenliğini yaptığı Kapan, önceki filmlerinden Laleli’de Bir Azize ve beş yönetmenli Anlat İstanbul kadar büyük bir ilgi görmedi. 2013 yılında senaryosunu yazıp yönettiği Karaoğlan filminin IMDb’de 3,7’de kalan beğeni oranını Kapan filminde bir miktar arttırdıysa da ancak 4,0’ı yakalayabildi.

Vay Başıma Gelenler. 2013
TLR makine_PNG.png

Vay Başıma Gelenler

2013

Laleli'de Bir Azize. 1998
TLR makine_PNG.png

Laleli'de Bir Azize

1998

Kapan. 2018
TLR makine_PNG.png

Kapan

2018

Anlat İstanbul. 2014
TLR makine_PNG.png

Anlat İstanbul

2004

Karaoğlan. 2013
TLR makine_PNG.png

Karaoğlan

2013

Adalet Oyunu. 2011
TLR makine_PNG.png

Adalet Oyunu

2011

Bergamalı bir diğer yönetmen ise esas olarak sinema üzerine yaptığı araştırmalarla, yazdığı makale ve kitaplarla tanınan araştırmacı yazar Ali Özuyar. Ankara Üniversitesi’nde tarih eğitimi aldıktan sonra araştırmalara ve çeşitli dergilerde yazılar yazmaya başlayan Özuyar, iki kısa filmin ardından 2011 yılında Mahur Özmen ile birlikte Adalet Oyunu adlı ilk sinema filmini çekti. Erol Keskin, Mustafa Uğurlu, Tolga Evren ve Serap Sağlar’ın rol aldığı film IMDb’de 6,2 puana ulaştı. 35 kopya ile gösterime giren ve fakat 12 haftada sadece 5 bin izleyiciye ulaşabilen Adalet Oyunu, izleyenler tarafından "hak ettiği değeri bulamayan" bir film olarak nitelendirildi.

Bir sinema filminin ortaya çıkabilmesi için çok sayıda insan emeğinin bir potada buluşması gerekiyor. Senaryosundan, sanat yönetimine, yönetmeninden yapımcısına, kostümcüsünden ışıkçısına, sesçisinden filmin müziklerini yapan kişilere ya da ekiplere kadar hepsinin vazgeçilmez yerleri var. Kamera ekibinin başındaki görüntü yönetmenleri de filmlerin en önemli emekçilerinden. Türkiye sinemasına baktığımızda Bergamalı iki görüntü yönetmeni ile karşılaşıyoruz. 1974 yılından 2002 yılına kadar 50 kadar filmin kameramanlığını, kamera asistanlığını ve görüntü yönetmenliğini yapmış olan Erdoğan Ç. Ererez’in filmografisinde Isıt Beni gibi erotik filmlerden, Hülya Avşar ile İbrahim Tatlıses’in oynadıkları Hülya gibi arabesk filmlere kadar geniş bir yelpazede filmler bulunuyor.

Bergama Kültür Merkezi’ndeki Sine Gama’nın işletmeciliğini yapmış olan Gökhan Güzeler’i de görüntü yönetmenliğine doğru emin adımlarla ilerleyen genç kuşağın temsilcilerinden biri olarak anmak gerekiyor. Gökhan Güzeler’in son olarak yönetmen Nuri Bilge Ceylan’ın 2017 yapımı Ahlat Ağacı filminde görüntü yönetmeni Gökhan Tiryaki’nin asistanlığını yaptığını biliyoruz.

İlk ve ortaokul yıllarını Bergama’da geçiren bir başka sinemacı ise Bergama Kültür ve Sanat Vakfı tarafından 2020 Sanat Ödülü’ne değer görülen Kubilay Tat. Genç senarist Tat, Karl Kases’in yönettiği Alia A Bosniac Rhapsody, Uğur Yücel’in filme aldığı Ejder Kapanı filmlerinin özgün senaryolarını ve 2019 yılının en çok seyredilen, Amerikan ve Fransız Netflixlerinde de 1 numaraya kadar yükselen bir Güney Kore sineması uyarlaması olan 7. Koğuştaki Mucize filminin yerli senaryosunu kaleme aldı. Henüz yayınlamadığı roman ve hikâye çalışmaları da olan Kubilay Tat, 2021 yılında tüm dünyada aynı anda vizyona girmesi planlanan uluslararası bir film projesinin de özgün senaryosuna imza atmış durumda.

7. Koğuştaki Mucize. 2019
TLR makine_PNG.png

7. Koğuştaki Mucize

2019

Alia: A Bosniac Rhapsody
TLR makine_PNG.png

Alia: A Bosniac Rhapsody

2008

Ejder Kapanı. 2009
TLR makine_PNG.png

Ejder Kapanı

2009

Isıt Beni. 1979
TLR makine_PNG.png

Isıt Beni

1979

Hülya. 1987
TLR makine_PNG.png

Hülya

1987

BİR FİLM PLATOSU

OLARAK BERGAMA

Bergama'da Çekilen Filmler

Tiyatro ve sinema oyuncularının, yönetmen ve görüntü yönetmenlerinin yetiştiği Bergama aynı zamanda Yeşilçam yapımı bazı filmlerin çekimlerine de ev sahipliği yaptı. Tarihi zenginliği sayesinde özellikle 1960’larda çekilen tarihi-kurmaca filmlerde doğal bir plato gibi kullanılan kasabanın daha önceki ve daha sonraki yıllarda da sinemacılarla buluştuğu biliniyor.

Akil Ulukaya’nın aktardığı bilgiye göre 1945 yapımı Köroğlu filmi Bergama’da çekilen ilk filmlerden biri. Akil Bey’in Bergamalı olan babası, Ulukaya kolonyalarını üreten ailenin mensubu Ercan Ulukaya (d. Bergama, 1930-ö. İzmir, 2015) çocukluk yaşlarında, bu filmin Asklepion’da çekilen sahnelerinde çoban rolünde oynadığını anlatıyormuş. Öte yandan, Refik Kemal Arduman ve Mümtaz Ener’in birlikte yönettikleri ve başrollerinde Haluk Sarıcı, Eyüp Sabri, Kadri Ögelman, Muammer Karaca, Haşim Evci, Hulusi Kentmen ve Gülistan Güzey gibi oyuncuların bulunduğu Köroğlu filminin setinde teknik asistan olarak çalışan Baha Gelenbevi, filmin İnegöl’ün Cerrah köyünde çekildiğini anlatıyor. Gazeteci Rakım Çalapala’nın, 1940 ve 50’li yıllarda yayınlanan Yıldız mecmuasında Baha Gelenbevi’nin ağzından aktardığı filmin çekim öyküsünde Bergama’dan hiç söz edilmiyor. Bu durumda Ercan Ulukaya’nın hatıralarına dayanarak Köroğlu filminin hiç değilse bazı sahnelerinin Bergama’da çekilmiş olabileceğini söyleyebiliyoruz.

MUSIC_PNG.png

Between Orient and Occident-03 Club Trancemoronba

Serkan L. Karaman

00:00 / 03:48
Köroğlu. 1945
Ege Kahramanları. 1951
TLR makine_PNG.png

Ege Kahramanları

1951

Yine bir kısmı Bergama’da çekilmiş bir başka film olan Ege Kahramanları’na dair bilgiye ise bir gazete haberiyle ulaşıyoruz. 15 Mayıs 1951 tarihli Bugün gazetesinde yer alan habere göre yapımcılığını Erkin Film’in üstlendiği filmi Nuri Akıncı yönetiyor. Haberdeki detayları olduğu gibi aktaralım:

“Genç rejisörlerimizden Nuri Akıncı tarafından hazırlanan ve Erkin Film tarafından çevrilmesine başlanan Ege Kahramanları adlı senaryonun iç sahneleri İzmir’de çevrilmiş ve ikmal edilmiştir.

Büyük Ata’nın 1919 Mayıs’ında Samsun’a attığı ilk adımla bütün yurdu saran milli mücadele ruhunu İstiklal Savaşı’na rastlayan günleri ve Türk milletinin çetin mukavemet hareketlerini bütün ayrıntıları ile içine almış olan bu senaryonun dış sahneleri de Bergama’da çevrilecektir.

Başlarında şirketin prodüktörü Bergamalıların pek iyi tanıdığı eski Bakırçay Islah İşleri Müteahhitliği Müdürü Safa Atacer ile bu filmin başrollerini deruhte etmiş bulunan Gül Batı, Faruk Atacer, Ferhan Tanseli, Fahrettin Ünal ve Nurettin Oflaz ve filmin müzik sahnelerini şiir ve bestelerini bütün memleketin zevkle dinlediği bestekâr Baki Çallıoğlu ve değerli operatör Coni Kurteşoğlu, asistan Nejat Saydam olduğu halde bugün Bergama’mıza gelmiş bulunmaktadır.

Kendilerine hoş geldiniz der, Erkin Film’e başarılar dileriz.”

Senaryosunu Nazım Özman’ın yazdığı, şarkılarını Safiye Ayla’nın seslendirdiği, işgal ordularına karşı Türk çetelerini birleştirme gayreti içindeki

TLR makine_PNG.png

Köroğlu

1945

Osman Bayatlı (en solda) eşliğinde Bergama'da bir film çekimi
TLR makine_PNG.png

Osman Bayatlı (en solda) eşliğinde Bergama'da bir film çekimi. Fotoğraf: Kermeslerle Bergama'nın Yakın Tarihi / Eyüp Eriş kitabından.

Bergama Sevdalıları. 1952
TLR makine_PNG.png

Bergama Sevdalıları

1952

Karazade’nin hikâyesinin anlatıldığı film aynı yıl gösterime girdikten sonra Yıldız dergisi film eleştirmeni Sezai Solelli tarafından şöyle değerlendiriliyor:

“Hikâye güzel, senaryo zayıftır. Eğer reji ve operatör bir parça daha kuvvetli olsaydı, bu senaryodan, çok daha derli toplu, çok daha olgun bir film meydana getirilebilirdi.”

Bergama’nın adının kullanıldığı ilk ve tek film olan 1952 yapımı Bergama Sevdalıları hakkında ise künye bilgileri dışında neredeyse hiç bilgimiz yok. Umutsuz bir aşk uğruna cinayet işleyeceği sırada kendisine engel olan caz şarkıcısı genç kadına âşık olan gencin hikâyesinin anlatıldığı filmi, tıpkı Köroğlu filmi gibi ne yazık ki izleme şansına sahip değiliz. Can Film tarafından üretilen filmin yönetmenliğini Hayri Esen ve Harry Davis üstlenmiş. Ayfer Feray, Yaşar Güvebir, İhsan Evrim, Muzaffer Doğan, Hayri Esen, Aliye Rona, Salih Tozan, Muharrem Gürses, Kemal Ergüvenç ve Hulusi Kentmen’in oynadıkları filmin bol şarkılı bir film olduğunu hem afişinden, hem konusundan, hem de ekipteki şarkıcı listesinden anlamak mümkün. Bergama Sevdalıları’nda Fehmi Ege orkestrasının çaldığı şarkılar, Sabite Tur Gülerman ve Selahattin Pınar imzalı. Filmdeki caz şarkıları ise Yaşar Güvenir ve Ayfer Feray’dan.

1960’larda Bergama, birçok film ekibini ağırlar. Mehmet Tevfik Olur, bunların ilki olan 1960 yapımı 3 Çapkın Gelin filminin, Tekke Boğazı’nda bugün halen ayakta olan değirmende çekildiğini söylüyor. Stanley Donen’in 1954 yapımı ünlü Yedi Kardeşe Yedi Gelin filminden Türkiye’ye uyarlanan 3 Çapkın Gelin’in senaryosunu Sadık Şendil yazmış, Süha Doğan da yönetmiş. Orhan Günşiray, Saime Bekbay, Öztürk Serengil, Suna Selen, Oktar Durukan, Suphi Kaner, Uğur Kıvılcım ve Hüseyin Baradan gibi döneminin ünlü oyuncularının yer aldığı filmi Agah Özgüç 1961 yılında, Büyük Gazete’de şöyle eleştirmiş: “İki kardeş grubun birbirleri ile kıyasıya düşman olmalarının belli bir nedeni olmalı. Film boyunca bu nedenlerin asla en ufak belirtisine rastlayamıyoruz. Sonra, grupların davranışları bizim köylülerden çok Batılı silahşorlara benziyor.

Hemen ertesi yıl başka bir ekip gelir Bergama’ya. Ayvalık doğumlu görüntü yönetmeni Kaya Ererez, kariyerine henüz başlamadığı o günlerde Bergama’da bu film ekibiyle karşılaşır. Kendisiyle yıllar sonra 2017’de yapılan bir röportajda filmi İzmirli yönetmen Yavuz Yalınkılıç’ın çektiğini söyler. Hatta çekimleri izlediği sırada filmdeki asistanlardan birinin işi bırakması üzerine kendisinin onun yerine geçerek sinema setlerine ilk adımını attığını anlatır ancak tam tarihi ve filmin adı vermez. İzmir, Biga doğumlu yönetmen Yavuz Yalınkılıç da o günlerde yönetmenliğe yeni başlamıştır. İlk filmi Fedakar Onbaşı’yı 1960’ta, Esmer Delikanlı ve Altın Hırsı’nı da 1961’de çekmiştir. Bu tarihlerden yola çıkarak Bergama’da çekilen filmin bunlardan biri olduğunu saptayabiliyoruz. Hikâyelerine baktığımızda da en olası filmin Altın Hırsı olduğunu söylemek mümkün. Tüm umutlarını define arayışına bağlamış beş kardeşin öyküsünü, defineciler konusunda pek çok tatsız olaya sahne olmuş, olmaya da devam eden Bergama’da anlatmak akla yatkın görünüyor. Üstelik filmin afişinde resmedilmiş antik sütunlar da Asklepion’dakilere oldukça benziyor.

3 Çapkın Gelin. 1960
TLR makine_PNG.png

3 Çapkın Gelin

1960

Fedakar Onbaşı. 1960
TLR makine_PNG.png

Fedakar Onbaşı

1960

Esmer Delikanlı. 1961
TLR makine_PNG.png

Esmer Delikanlı

1961

Altın Hırsı. 1961
TLR makine_PNG.png

Altın Hırsı

1961

Ya Ben, Ya O! 1961
TLR makine_PNG.png

Ya Ben, Ya O

1961

1961 yılında Pergamon Akropolü ve Asklepion, Pervin Par ve Ayhan Işık’ın başrolleri paylaştıkları, Acar Film’in yapımcılığında gerçekleştirilen Ya Ben, Ya O filminin ekibini ağırlar. Aydın Arakon’un yönettiği filmin ilk beş dakikası ile yaklaşık iki dakikalık final sahnesinde Bergama’nın önemli ören yerleri sadece bir arka plan malzemesi olarak değil, filmde kurulan anlatıya güçlü bir zemin oluşturacak biçimde kullanılır. Maddi dünya ile manevi dünya arasındaki çelişkilerin, aşk, kıskançlık, iş ve şehir hayatının hırsları, servet, tarihi ve kültürel değerler üzerinden ele alındığı 106 dakikalık film izleyiciye, görüntü yönetmeni Şadan Kamil sayesinde güzel bir siyah-beyaz görsellik sunuyor. Final sahnesinde Pervin Par’a, “Ne de olsa atalarımızdan kalan bir mirasa sahibiz: Bilgi ve saygı. Biz çocuklarımıza bu ikisini bırakacağız sevgilim.” diyen Ayhan Işık’a filmde usta oyuncular Avni Dilligil, Hayri Esen, Sevim Çağatay ve Yavuz Cener eşlik ediyor.

ESKİ VİDEO_PNG.png

Ya Ben, Ya O filminin, Pergamon Akropolü'nde çekilen giriş (üstte solda) ve final (üstte, sağda) sahneleri. 1961

DuvarlarınÖtesi. 1964
TLR makine_PNG.png

Duvarların Ötesi 

1964

1964 yılında, Orhan Elmas yönetmenliğindeki yeni bir Yeşilçam ekibi, Ayvalık merkezli bir film çekimi için bölgeye gelmişti. Senaryosu Vedat Türkali, Turgut Özakman ve Orhan Elmas tarafından yazılan Duvarların Ötesi filmi, Özakman’ın 1957’de yazdığı aynı adlı tiyatro eserinden yapılmış bir uyarlamaydı. Dönemin toplumcu gerçekçi sinemasının önemli örneklerinden birini oluşturacak olan filmde, cezaevinden kaçan altı mahkûmun rehin aldıkları kadınla birlikte bir zeytinyağı deposunda yaşadıkları anlatılıyordu. Tanju Gürsu, Belgin Doruk, Erol Taş, Özden Çelik, Hayati Hamzaoğlu, Danyal Topatan, Hasan Ceylan, Feridun Çölgeçen, Atıf Kaptan ve Ali Şen gibi oyuncuların rol aldıkları Duvarların Ötesi filminin büyük kısmı Ayvalık ve Burhaniye’de, yaklaşık bir dakikalık kısmı ise Bergama’da, Asklepion’da çekilmişti. Duvarların Ötesi, başarılı reji, oyunculuk ve görüntü yönetiminin yanı sıra Türkiye sinema sektöründe dış çekimlerde elektrikli aydınlatma lambalarının kullanıldığı ilk film oluşuyla da biliniyor.

Duvarların Ötesi filminin Ses dergisindeki haberi. 1964
TLR makine_PNG.png

Ses dergisi.1964

Kaynak: Sarı Denizaltı arşivi

BOZKURTLARIN HARİKULADE

BERGAMA MACERALARI

TLR makine_PNG.png

Pazar dergisi-Sayı: 561

24 Haziran1967

Kaynak: Sarı Denizaltı arşivi

Bozkurtlar Geliyor film ekibi. Pazar dergisi. 1967
Bozkurtlar Geliyor. 1967
TLR makine_PNG.png

Bozkurtlar Geliyor

1967

Bozkurtların İntikamı. 1967
TLR makine_PNG.png

Bozkurtların İntikamı

1967

Şimdi gelelim Bergama’da çekilen filmlerle ilgili en ilginç hikâyeye… Birçok kişinin hafızasında farklı yönleriyle de olsa yer etmiş olan Bozkurtlar Geliyor ve Bozkurtların İntikamı filmleri 1967 yılında çevrilen üç filmden ilk ikisi. Devam filmi niteliğinde olan Bozkurtlar Geliyor ve Bozkurtların İntikamı filmlerinin hikâyesi 4. yüzyılda geçiyor ve filmde Fikret Hakan’ın canlandırdığı Yiğitoğlan karakterinin maceralarla, aşklarla dolu hayatı anlatılıyor. Her iki filmin de senaristi ve yönetmeni olan Cavit Yürüklü, Fikret Hakan’ın yanında Figen Say, Güven Erte, Oya Peri, Özkan Yılmaz, Ferda Ferdağ ve Atıf Kaptan’a rol veriyor. Buraya kadar her şey normal ancak filmin kendi eserlerinden kopyalanarak ve de tahrif edilerek yazılıp çekildiğini iddia eden, Türkçü, Turancı düşünceleriyle kaleme aldığı Bozkurtların Ölümü (1946) ve Bozkurtlar Diriliyor (1949) adlı kitapların yazarı Nihal Atsız'ın, bu filmleri, dönemin kültür bakanına hitaben yazdığı makalede şikâyet etmesi mevzuyu ilginçleştiriyor. Atsız’a göre "Türk yiğitlerinin dövüşürken havada taklalar atması" kabul edilebilir bir durum değil:

“Milli ruhu şahlandırmak için tarihi filmler en iyi vasıtadır. Türk tarihinden, gerçeklere sadık kalınarak alınacak parçaların sinemalarda gösterilmesi yıllardır üstümüze çökmüş olan kâbusu atmaya yarayacaktır. Bizde ilk yapılan tarihi filmler oldukça başarılıydı. Bu son yapılanlar bir maskaralıktır. Türk yiğitleri dövüşürken havada takla atmaz. Amerikan filmlerinde olduğu gibi, her biri sığır devirecek yumruklarla dakikalarca düşe kalka dövüş olmaz. Şimdi bunlar yapılıyor. Türklere acayip kılıklar giydiriliyor. Amerikalıların maskaralıkları bize de uygulanıyor, sözün kısası Türk filmi olmaktan çıkıyor.

Eski çağlarda kadın çok serbest olduğu halde Türk kızlarının çıplak olarak erkekler önünde şehevi raks yapması gibi bir olay yoktur. Hacıağalarının zevkini tatmin için böyle sahneler icat ediliyor. Rejisörler Türk tarihini ve geçmişini hiç bilmiyor.

Sözde tarihi film diye ‘Bozkurtlar Geliyor’ ve ‘Bozkurtların Öcü’ adında iki film çevrilmişti.

Bunlardan birini dört kişi birden seyrettik. Konu benim iki tarihi romanımdan, ‘Bozkurtların Ölümü’ ile ‘Bozkurtlar Diriliyor’ dan alınmış daha doğrusu çalınmıştı. Biraz değiştirmişler, iki romanı birbirine karıştırmışlar. Konuyu da, eseri de, tarihi kahramanları da, tarihi de rezil etmişlerdi. Çağdaş olmayan Göktürklerle Alanlar savaştırılıyordu. Koca Türk Kağanı, teneke kalkanlı sekiz kişiyle yola çıkıyordu. İkinci romanımdaki ‘Deli Ersegün’ adlı kahraman burada Hacivat kılıklı bir maskaraya çevrilmişti.” (Makaleler IV, Nihal Atsız)

Cavit Yürüklü’nün bu iki filmi, Türkiye sinema tarihinde sinematografik anlamda bırakamadığı izi Bergamalılar’ın belleklerinde bırakacaktı. Araştırma sırasında ilk kez, Facebook’taki Bergamalılar sayfasında yayınlanan “Bergama’nın Sinema İle İmtihanı: Bozkurtlar Geliyor” başlıklı yazı sayesinde haberdar olduğum film, kasabada, yarattığı çalkantılarla hatırlanıyordu. Bu yazıdan sonra izini sürdüğüm filme ilişkin en detaylı bilgiyi, dönemin popüler magazin dergisi Pazar’ın 24 Haziran 1967 tarihli 561. sayısında yayınlanan tam üç sayfalık haberden alacaktım. Önce, “Bergama’da Neler Olmadı ki…” üst başlıklı haberin ilk sayfasına bakalım:

“Tek Parola: ‘Aşk, İçki ve Kadın’dı

İstanbul dışında çekilen filmlerin hemen hepsinde skandallar çıkmış, küçük şehir ve kasabalarda toplanan ‘İstanbullu Artistler’ mutlaka çeşitli olaylara adlarını karıştırıp dillere düşmüşlerdir. Taşra halkının parmaklarını ısırtan bu skandallardan sonuncusu ise Bergama şehrinde geçmiş, burada toplanan filmciler ve artistler ikili üçlü çok yönlü aşklar yaşamışlar ve bütün yıldırımları üzerlerine çekmişlerdir. ‘Bozkurtlar Geliyor’ adlı tarihî filmi çevirmek üzere tarihî Bergama şehrini mekân olarak seçen Müca Film ekibi, bir aya yakın bir süre içinde Bergama’nın altını üstüne getirmiş, yaşanan ateşli aşklarla ortalığı kasıp kavurmuş ve neredeyse şehirden kendilerini kovduracak hale gelmişlerdir. Topyekûn 40 kişilik Müca Film kadrosu, İstanbul’dan uzak kaldıkça, yaşanmış büyük aşkların içine düşmekten kendilerini kurtaramamışlardır. Aşağıda, bir eşi benzeri, daha Türk sinemasında kolay kolay rastlanamayacak Bergama Skandalı ve rol dışı gerçek aşkları, bütün dedikodularıyla beraber bulacaksınız…” 

MUSIC_PNG.png

Between Orient and Occident-

05 Between Orient and Occident

Serkan L. Karaman

00:00 / 04:39
Bozkurtlar Geliyor filminin Pazar dergisindeki haberinin ilk sayfası. 1967
TLR makine_PNG.png

Pazar dergisi-Sayı: 561

24 Haziran1967

Kaynak: Sarı Denizaltı arşivi

TLR makine_PNG.png

Pazar dergisi-Sayı: 561

24 Haziran 1967

Kaynak: Sarı Denizaltı arşivi

Bozkurtlar Geliyor filminin Pazar dergisindeki haberi. 1967

Şimdi de Pazar dergisindeki haberden yapılan derlemeyle Bergamalılar sayfasına aktarılan metne göz atalım:

“1967 yılının Mayıs ayında Bergamalılar oldukça renkli günler geçirdi. Televizyonun olmadığı, en büyük eğlencenin radyo dinlemek ve açık-kapalı sinemalarda film seyretmek olan Türk halkı için o dönemlerde radyodan bilinen ses sanatçıları ve filmleri sayesinde isimleri ezberlenen sinema artistleri en merak edilen kişilerdi.

Bergama’da çekilecek olan bir sinema filmi projesi olduğunu Bergamalılar aylar önce haber almıştı ama proje sürekli ertelendi, sonunda ekip 1967 Mayısının sonlarında, tarihi Kermes festivalinin de olduğu zamanlarda Bergama’ya geldi.

Film, Anadolu’ya ilk gelen Türk boylarını konu alıyordu; adı da bunu kanıtlıyordu: Bozkurtlar Geliyor.

Filmi Müca Film şirketi çekiyordu, Mayıs sonlarında film prodüktörü Müfit İlkiz, yönetmen Cavit Yürüklü, kameramanları ve figüranlar ile bazı oyuncular Bergama’ya geldi. Bergama’da iki ayrı otelde kalacaklar ancak film esas olarak Bergama’ya 11 km uzaklıktaki bir çiftlikte çekilecekti.

Filmin başrollerindeki erkek oyuncu Fikret Hakan’dı. Kadın başrol oyuncusu Figen Say idi, ayrıca yeni yeni parlayan dönemin sarışın vamp kadınlarından Oya Peri filme renk katıyordu. Yardımcı erkek oyunculardan olan büyük sanatçı Atıf Kaptan film ekibinin en olgun kişisi ve herkesin abisiydi. Ayrıca o zamanın meşhurlarından Güven Erte de filmde rol alıyordu.

Film çekimleri yaklaşık bir ay sürdü. Bu sürede yaşananlar Bergamalıların sohbetlerinde geniş yer tutmuş, yaşanan skandallar, aşklar ve kavgalar zaman zaman Bergama halkının tepkisi ile karşılaşmıştı.

Filmin başrol oyuncusu Fikret Hakan 5-6 gün sonra ekibe katılmıştır. Figen Say’ın attan düşüp sakatlanması filmin beklenen süreden daha uzun sürede çekilmesine neden olmuştur.

Çekimler boyunca filmin yapımcısı, yönetmeni, oyuncuları ve kadın figüranlarının karıştığı aşk skandalları, aşk nedeniyle oluşan kavgalar ve içki nedeniyle yaşanan taşkınlıklar Bergamalılardan tepki çekmiştir.

Oyunculardan Güven Erte daha önceden aşk yaşadığı Figen Say’a tekrar ilanı aşk etmiş ama cevap alamamıştır. Kendini alkole veren Erte, bir akşam Bergama’daki otelde Figen Sayın kapısında gördüğü başka bir erkek oyuncuyla yumruk yumruğa kavga etmiş, prodüksiyon amirine de kafa atmıştır. Fakat erkesi gün ilginç bir şey olmuş Güven Erte film ekibinde yer alan Sevda Nur adlı oyuncu ile Bergama’da nişan yapmak istediğini söylemiş ve Şenkardeşler Lokantasında ertesi akşam tüm oyuncuların da katıldığı ve 350 Liraya mal olan nişan töreni yapılmıştır.

Sarışın oyuncu Oya Peri ise önce Fikret Hakan ile sonrada yakışıklı oyunculardan Necati Er ile aşk yaşamış ve bu nedenle otelini değiştirmiştir.

Filmin çekildiği 11 km uzaktaki çiftlik de aşk yuvası haline gelmiştir. Film uzayıp millet parasız kalınca, oyuncuların zaman zaman çiftlikten Bergama’ya marşlar eşliğinde yürüyerek geldiği anlatılır.

Filmcilerin hafifmeşrep tavırları, aşk dedikoduları Bergamalıları kızdırmış ve otele baskın yapma denemesine yol açmıştır. Bergamalıları filmin deneyimli oyuncusu olan halkın da saygı duyduğu Atıf Kaptan sakinleştirmiştir.

Kleopatra Güzellik Ilıcası da film ekibinin rağbet ettiği yerlerden olmuş, figüran kızların üstsüz olarak havuza girip fotoğraf çektirmeleri ve bunun gazetelerde yayınlanması da tepkileri arttırmıştır. Film yapımcılarının Bergama’ya getirdiği kızlara tüm oyuncuların aşk teklifinde bulunması sıkıntılı anlara neden olmuştur.

Fikret Hakan ile Figen Say uzun süre dargın kalmışlardır. Figen Say’ın sakatlığından sonra Fikret Hakan’ın kılıçla elini kesmesi, birçok oyuncunun attan düşmesi ve bir oyuncunun balkondan düşmesi ile sakatlanmalar meydana gelmiştir. Sertliği ile bilinen Fikret Hakan diğer erkek oyuncuları da fazla içki içip filmi aksattıkları için sert bir şekilde azarlamıştır.”

“Bu sürede yaşananlar Bergamalıların sohbetlerinde geniş yer tutmuş, yaşanan skandallar, aşklar ve kavgalar zaman zaman Bergama halkının tepkisi ile karşılaşmıştı."

TLR makine_PNG.png

Bozkurtların İntikamı'ndan bir fuaye fotoğrafı. 1967

Bozkurtların İntikamı filminden bir fuaye fotoğrafı
Bergama'daki film çekimleri sırasında Figen Say'ın da gittiği Liz Kuaför'ün gazete reklamı.
TLR makine_PNG.png

Bergama'daki film çekimleri sırasında Figen Say'ın da gittiği Liz Kuaför'ün Çığır gazetesindeki reklamı.

Kaynak: Milli Kütüphane DA

Gerek Bozkurtlar Geliyor, gerekse de Bozkurtların İntikamı filmleri, ekibin uzun süre Bergama’da kaldığına işaret eden tüm anlatılanlara bakıldığında aynı zaman diliminde çekilmiş gibi görünüyor. Bunu destekleyen bir hatırasını Mustafa Kaygas şöyle aktarıyor:

“Filmin çekildiği yıllarda Sanat Enstitüsü’nden mezun olmuştum ve askerliğime kadar Balaylar firmasında çalışıyordum. Bu nedenle adı geçen filmdeki aktörlerle Özkan Yılmaz, Fikret Hakan ve Oya Peri, hele Güzin Özipek ile yakinen sohbetlerimiz olmuştu. Film Kozak yolu üzerinde çekiliyordu. Bazı sahneleri Balay Oteli’nin çatı katında kurulan çadırda devam ediyordu. Bergama’da epey süre kaldılar. Bir gün, bir kavga ve şamata… Karakolluk oldular. Meğerse filmi çeken yönetmen bir sette iki film çekmiş. Bozkurtlar Geliyor ve Bozkurtların Dönüşü (Bozkurtların İntikamı-YT) diye.”

 

Bu uzun süre içinde filmin oyuncuları 1967’deki Bergama Kermesi’nin açılış yürüyüşüne de filmdeki kostümleriyle katılmış, geçit töreni sırasında attan düşerek kolunu kıran Figen Say apar topar İstanbul’a gönderilip 13 günlük tedavi sonrasında uzun kollu gömleklerle gizlenen alçıdaki koluyla çekimlere devam etmişti. 1967 Kermesi’ni hareketlendiren Bozkurtlar Geliyor filminin oyuncuları, Bergama stadında Ali İhsan Güngül tarafından halka tek tek tanıtılmıştı.

Bergamalılar, kırmızı, siyah, enine şeritli, kısa kollu tişörtüyle yürüyen Fikret Hakan’ı sokaklarında görünce heyecanlanıyor, bir koşu gidip eşe dosta anlatıyorlardı. Günler ilerledikçe film ekibi Bergama günlük hayatının bir parçası haline geliyordu. Arasta’daki kahvelerde tavla oynuyor, Ahmet Çavuş’un kahvaltı salonunda kahvaltı ediyor, yemeklerini Kardeşler Restoran’da yiyip, vakit bulduklarında çevredeki esnaftan alış veriş yapıyorlardı. Hatta Figen Say, Liz Kuaför’den (Bestekâr Alaeddin Şensoy’un kardeşi Çolak Muammer/Muammer Şensoy’un 1960 yılında açtığı, Bergama’nın bir erkek tarafından işletilen ilk kadın kuaförü-YT) çıkıp Balay Otel’in bitişiğindeki Gömlekçi İsmail Ertümer’e bluz sipariş ediyordu. Terzinin o dönem kalfalığını yapan Mücahit Özçelik de o bluzu diken terzi oluyordu.

Bozkurtların İntikamı filminin fuaye fotoğraflarından.
TLR makine_PNG.png

Bozkurtların İntikamı'ndan bir fuaye fotoğrafı. 1967

SES_PNG.png

İlhan Çarpıkoğlu anlatıyor

00:00 / 01:30

Bergamalı Necati Karadağ’ın filmde Kutlu Han’ı, Ali İhsan Güngül’ün Hancı’yı oynadığını; Halk Eğitim’den birçok Bergamalı’nın bir gün Romalı asker, bir gün Türk muhafızı kılığında figüranlık yaptığını; Yeşilçam oyuncularının ve ekibin bir kısmının Balay Otel’de, bir kısmının da Park Otel’de kalıp etrafı İstanbul’daki Yeşilçam sokağına çevirdiklerini; prodüksiyon ekibinin uygun bir taht bulamayınca Berber Hasan’ın ahşap koltuğunu alıp kullandığını; mahalle çocuklarına sette kullanılan tahta kılıçların taşıtıldığını, bütün bunları, daha dün yaşanmış gibi anlatan Bergamalılar’dan biri olan İlhan Çarpıkoğlu yedi yaşındayken gördüğü filmcileri hiç unutmadığını söylüyor:

“Şimdiki Kardeşler Börekçisi'nin olduğu yer eskiden Balaylar Mağazası’ydı. Dibinden girişi vardı, üstü oteldi. İki katlı bir oteldi ama ikinci kat boş, depo gibiydi. Alt kat otel olarak çalışıyordu. Orada kalıyordu artistler. Sinema ekibi... Fikret Hakan, Figen Say... Bozkurtlar Geliyor çok kalabalık bir ekipti. Kermes'in açılışında film ekibi yürüyüşe katıldı film kostümleriyle. Ben gözümle gördüm onları. Biz de orada mağazadaydık, otelde kaldıklarını görüyorduk. Bozkurtlar Geliyor’un bir kısmı Eyüp Ağa'nın çiftliğinde çekildi. Koyun Köprü'nün orada Eyüp Ağa'nın çiftliğinde. Bir kısmı da Kozak’a giderken eski Kapukaya yolunda... Paşa Çeşmesi'nin oralarda. Ben yedi sekiz yaşlarındaydım bu filmler çekildiğinde. Biz de mağazada çalışırken sinemacıların bazı malzemelerini taşımalara yardımcı olmuştuk. Hatta rahmetli bir arkadaşımız var, o otelin kâtibinin oğlu İsmet diye bir arkadaş. Onunla birlikte biz de yardımcı oluyorduk. Kameralarını, bütün malzemelerini görüyorduk. Bir kısmı da Park Otel'de kalıyordu sinemacıların. Şimdi kapalı vaziyette o otel. Ama koruma altına alınmış. Tarihi olarak geçiyor. Bergama'nın en eski otellerinden olduğu için koruma altına alındı.”

“İki katlı bir oteldi ama ikinci katı boş, depo gibiydi. Alt kat otel olarak çalışıyordu. Orada kalıyordu artistler."

Bozkurtlar Geliyor. 1967
TLR makine_PNG.png

Bozkurtlar Geliyor

1967

“Fikret hakan bizim köylere gelip at arıyordu. At yok! Buradaki atlar cins at değil, küçük, çelimsiz. Bir tek bizim Kasap Abdürrahim'in atı vardı meşhur..."

Bergama köylerinden Aziziye ve Ayazköy’den de Bozkurtlar Geliyor’u hatırlayanlar, hatta filmde figüran olarak rol alanlar da anlatıyor o günleri:

Ahmet Akkaya: “Ahmet Beyler yoluna giderken, sağda bir ev var... Yokuşu çıkarken... Tarlada, tam yukarıda. Yukarıkırıklar köyüne dönmeden bir yol var, oradan girince birinci evler değil, düzdeki evler de değil, ta yukarıda tepeyi sardığında sağdaki ev... Orada kaldı onlar. O çiftlikte kaldılar.”

İrfan Devrim: “O filmde ben rol aldım. Figüranlardan birisiyim. Çekiliş tarihine bir bakmam lazım ama Bozkurtlar Geliyor filmi miydi, diye. Burada iki film çekildi. Bir de Bozkurtların İntikamı vardı. Onun da bazı sahneleri buralarda çekildi. 1967, ben 12 yaşındaydım. Figüran arıyorlardı, bulamıyorlardı. Kimse oynamak istemiyordu. Kardeşim ve Ayazköy'den iki çocukluk arkadaşım ile birlikte gittik.  Para da kazandık o filmde. Hayatımda ilk paramı oradan kazandım. Biz dört kişiyiz, 5 lira verdiler bize.

Çok uzun süren provaları vardı. Meşelik dediğimiz yerde… Bir otağ, çadır filan kurulmuştu. Biraz düzlük, biraz tepelik yer var. Orada Fikret Hakanlar filan vardı. Fikret Hakan bizim köylere gelip at arıyordu. At yok! Buradaki atlar cins at değil, küçük, çelimsiz. Bir tek bizim Kasap Abdürahim’in atı vardı meşhur...

Meşelikteki çekimi hiç unutmuyorum. Saatler, günler sürdü oradaki çekimler. Böyle atlı bir grup geliyor. Bozkurtların gelişi herhalde. Biz köy meydanında oynayan çocuklarız... Kimisi baltayla odun kırıyor, kimisi başka bir şeyler yapıyor. O arada komutan geliyor. O sahnenin çekilmesi mesela çok uzun provalardan sonra olmuştu. Bir sahnede bir dansöz oynayacaktı. Bir yemek sahnesi miydi neydi... O zaman orası maksimum seyirci seviyesine ulaşmıştı. Hiç unutmuyorum. Hangi artistti bilmiyorum.

Fikret Hakan çok karakterli bir artistti. O gün herkese kumanya veriliyor, herkes aynı şeyi yiyor. Bergamalı bir köfteci ile anlaşmışlar. (Belkıs Sabancı Özıssı, yemeklerin kendilerine ait Kardeşler Restoran’dan arkası açık bir arabayla gönderildiğini hatırlıyor.-YT)  Bir naylon torbanın içine köfte, biber, domates falan koymuşlar. Artistlere ayrı bir sofra hazırlanmış. Fikret Hakan o yemeği reddetti, bağırdı çağırdı. ‘Buna bizim hakkımız yok!’, dedi. Hepimiz onu takdir etmiştik o zaman bütün köylüler. Bizi köyden arabayla alıp, prova bittikten sonra tekrar geri getiriyorlardı. Bayağı üç beş gün devam etti. Bizim o günlerdeki kıyafetlerimiz zaten çok değişik olmadığı için aynı kıyafetle oynadık ama tabii daha büyüklere kaftan tarzı şeyler giydirilmişti. Çocuklara özel bir şey giydirildiğini sanmıyorum. 1967 yılından bahsediyoruz, zaten kıyafetler çok farklı değildi muhtemelen.”

Belkıs Sabancı Özıssı, film ekibinin babası tarafından eve davet edildiğini, bahçede hazırlanan masalarda hep beraber yenilip içildiğini söylüyor:

“Babam, rahmetli, içli dışlı olunca sanatçılarla eve davet etmişti yönetmeni ve sanatçıları. Bahçede masalar hazırlandı, yemekler tepsi tepsi… Hepsi gündüzden hazırlanıp geldi. Mahalleli sokakta… görmeye gelenler, resim çektirmeye gelenler… Tabii bizim bahçe karıştı. Yemek bile çok zor yendi. Bir de baktık ki koca otobüs mahalleye girdi ve çalışanların hepsi bizsiz olmaz deyip eve akın etti. Tabii bizde de film koptu. Hiç unutmam o geceyi. Sonra aradan bir zaman sonra bizi ailecek İstanbul’a davet ettiler. Tabi ben gitmedim ama annemle babam gitmişti. Yönetmen çok güzel ağırlayıp gezdirmiş iki gün. Hiç unutmuyorum.”

Maltepe Tümülüsü. 1959
Maltepe Tümülüsü'nün giriş bölümü.
TLR makine_PNG.png

Bozkurtlar Geliyor ve Bozkurtların İntikamı filmlerinin bazı sahnelerinin çekildiği Maltepe Tümülüsü'nün havadan görünümü ve mezar odalarının giriş kısmı. 1959

Fotoğraflar: BERKSAV-Belleten/20

Balay Otel’in kapısında bekleşip imzalı fotoğraf toplamaya çalışan, Maltepe Tümülüsü’nde yapılan çekimlere oyuncuları görmek için koşturan genç kızlar vardı. Çekimlere gidenler, ‘Maltepe Mağarası’ndaki bir sahnede, Mehmet Ali Akpınar’ın ellerinden zincirlerle, kocaman kazıklara çarmıha gerilir gibi bağlandığını, bu sırada Fikret Hakan ve arkadaşlarının, Bergama’nın geleneksel kadın örtüsü siyah ‘kıvrak’ giydiklerini görmüşlerdi. Çevrede yaşayanlar, evlerinde yaptıkları tencereler dolusu yemeği sete götürüyor, oyuncular, teknik ekip ve çoluk çocuk Bergamalılar hep birlikte tümülüsün üstünde bu yemekleri paylaşıp yiyorlardı.  Maltepe Tümülüsü aynı zamanda oyuncu Güven Erte’nin devamlı spor yaparken görülebildiği bir mekândı.

Çekimler Kapukaya ve İncecikler köyleri taraflarında yapılmaya başlandığında, tütün eken çiftçiler bir yandan işlerini yaparken bir yandan da o günkü setin hareketliliğini takip ediyorlardı. Tam da yeşil nohut zamanına denk düşen çekimleri izleyen kimi çocuklar oyunculara yeşil nohut satarak birkaç kuruş kazanıyor, kimi çocuklar da molalarda erik ve simit yiyen Aşkım Dilek gibi genç oyuncuları hayranlıkla seyrediyorlardı.

Müca Film ekibinin neredeyse iki ay süren Bergama macerası, geride iyi kötü yüzlerce, binlerce anı bırakarak 1967 yılının yaz aylarında bitmişti. Film ekibi İstanbul’a dönmüş, sinemalarda 1968 başlarında vizyona girecek filmin montajına başlanmıştı. Bergamalılar an be an tanıklık ettikleri çekimlerin sonucunu merak ediyor, filmde rol alan, figüranlık yapan yüzlerce insan kendini ve arkadaşlarını beyaz perdede görmek için sabırsızlanıyordu. Nihayetinde 1968 baharı yaza dönerken yazlık sinemalar açılmış ve Kermes Sineması, Bozkurtlar Geliyor filminin duyurularına başlamıştı. İlk gösterimin yapılacağı gün sinemada mahşerî bir kalabalık vardı. İzdiham sırasında Kermes Sineması’nın bazı camları kırılmış, neyse ki ciddi bir yaralanma hadisesi yaşanmadan, neşe içinde ve yer yer tezahüratlar eşliğinde film izlenebilmişti.

Çekime gidenler, 'Maltepe Mağarası'ndaki bir sahnede, Mehmet Ali Akpınar'ın ellerinden zincirlerle, kocaman kazıklara çarmıha gerilir gibi bağlandığını, bu sırada Fikret Hakan ve arkadaşlarının, Bergama'nın geleneksel kadın örtüsü siyah 'kıvrak' giydiğini görmüşlerdi.

                            Gömlekçi Mücahit Özçelik de, 1967’de tanık olduğu, oyuncularının bir kısmıyla tanışıp, Figen Say’ın bluzunu diktiği Bozkurtlar Geliyor filminin çekimlerinden bir yıl sonra 24 aylığına gittiği askerde filmi izleme ve hatta makinist olarak gösterme fırsatı bulacaktı. Ankara, Tandoğan’daki Merkez Komutanlığı’nda komutanlara gömlek dikerek askerliğini sürdüren Mücahit Özçelik, İstanbullu sinemacı bir askerin önerisiyle Yeni Mahalle’deki sinemalarda kurs alıp film makinesi kullanmayı öğrenmişti:

“O sinemalarda bir ay kadar kursa gittim. 1968-69 yılları... Killing diye filmler vardı o zaman. O filmleri oynatıyorduk. Sabahtan başlıyordu, akşama kadar... İyice öğrenmiştim ama sinema oynatmasını... Makinistliğim çok iyiydi o sıralar... Bana fragmanlar verirdi film şirketinin sahibi Refia Başar. Kuzey Vargın'ın teyzesiydi. Gelecek filmlerin fragmanlarını filmin başına bağlar oynatırdım. Hep de böyle Nuri Sesigüzellerin, şunların bunların bazı filmleri olurdu, onları oynatırdık. Askerler de duygulanırdı çünkü memleketleri gelirdi akıllarına. Hatta bizim Bergama’da çekilen Bozkurtların İntikamı mı, Bozkurtlar Geliyor mu, hangisiyse artık onu 16 mm’lik makinada Ankara'nın karakollarına götürürdüm göstermeye. Cebeci Karakolu, Çankaya, Dışkapı falan filan... Oralarda bizim inzibat karakolları vardı. 16’lığı pikap arabanın arkasına koyardık. Perdeyi askerî yemekhaneye kurardık. Zaten biz gelelim diye can atardı askerler. Biz gidelim de gece ders mers olmasın diye...

Hiç unutmuyorum bir gün Dışkapı'ya götürdüm. Orada da Orhan Şentürk vardı. Deveci Orhan… Bergamalı, orada asker. Biz samimiyiz, mahalleden arkadaşız, evlerimiz de duvar duvaraydı. Orhan Şentürk var diye hususi kaç defa film götürdüm oraya. Bir gün oraya film götürürken anlatayım başıma geleni. Götürdüm, masaya koydum. Nöbetçi subayı da orada. Hususi gidip, film şirketinden Bergama filmini almıştım Orhan var diye. Bozkurtların İntikamı filmi... Filmdeki figüranları filan hep tanıyoruz tabii. Hakkılar falan vardı. Bir sürü Bergamalı... Biz bakıyoruz filme, hoşumuza gidiyor tabii. Atlıyorlar matlıyorlar... Film bir anda yanmasın mı? Har dedi yandı. Yanan türden bir filmmiş. Ben de bilmiyorum öyle olduğunu. Eyvah eyvah! Yarıda kestik filmi. Hadi gari, ben tutanak yaptırdım filme. Nöbetçi subayına ‘Oynarken yandı film’ dedik. Aldım getirdim Merkez Komutanlığı’na. Ertesi gün generale çıktım, anlattım, böyle böyle, dedim. O da bana, ‘Dışkapı tarafında ana tamir fabrikası var, albaya söyle, oraya götür yaptır.’ dedi. Gidip söyledim albaya. ‘Sen nerelisin?’, diye sorunca, ‘İzmirliyim.’ dedim. Meğer o da İzmirliymiş, ‘Ooo! Hemşeriyiz seninle.’ dedi. Beni sevdi albay. ‘Tamam, sen bırak, içerideki subaylara teslim et.’ dedi. Teslim ettim, yaptılar, sonra geri aldık makineyi.

Mücahit Özçelik, askerliğini  yaparken kullandığı film makinesiyle...
TLR makine_PNG.png

Mücahit Özçelik, askerliğini

yaparken kullandığı film makinesiyle... 1968-69

Fotoğraf: Mücahit Özçelik arşivi

Vizontele filminde bir sinema işletmecisini canlandıran Cezmi Baskın (Solda) Fotoğraf: Yücel Tunca
Vizontele filminde bir sinema işletmecisini canlandıran Cezmi Baskın. Fotoğraf: Yücel Tunca
TLR makine_PNG.png

Mücahit Özçelik'in askerlik arkadaşı Cezmi Baskın Vizontele filminde bir sinema işletmecisini canlandırmıştı. Fotoğraflar: Yücel Tunca-2000

Bir de o filmde oynayan, şimdi ismini unuttuğum bir çocuk vardı, o da Merasim Bölüğü'nde askerdi. Sonra çok meşhur oldu. Ama ismini unuttum bak. Televizyonlarda falan çok görüyorum. Çiçek Taksi'de de oynadı hatta. Güneydoğu’da geçen bir sinema filmi vardı… Vizontele... Yılmaz Erdoğan'ın... O filmde de oynuyordu. Esmer bir çocuk... Zayıftan böyle... Hafif bıyıklı... Neyse hatırlayamadım şimdi adını. Merasim bölüğündeymiş o sırada. Bana dedi ki geldi ‘Ya ben burada tiyatro oynatmak istiyorum. Benim bölükte yetenekli çocuklar var, onlarla tiyatro yapmak istiyorum.’ dedi. ‘Valla olur, gidelim komutana söyleyelim.’ dedim. Bizim yüzbaşıya gidip ‘Komutanım tiyatro yapmak istiyor bu.’ dedim.  Kendisi de albaydan izin almış zaten. Sinema da subay aileleri için yeni yapılmıştı, güzel bir sinemaydı. Komutan da ‘Tamam.’ dedi. Nevresim bezlerini aldı, duvarlar yaptı onlardan, dekor yaptı. Sahne de biraz yüksek. Sonra bunlar o sahnede başladılar oynamaya, ben de her gün seyrediyorum. ‘Sen,’ dedim ‘niye tiyatroda yükselmedin?' ‘Eğitimini aldım ama…’ dedi... Hah! Şimdi buldum ismini! Cezmi Baskın! Hah! Yüzde yüz o! Şimdi çözdüm. ‘Ben bunun eğitimini aldım ama tam bitirmedim üniversiteyi.’ dedi. Hocasının da Yıldırım Önal olduğunu söyledi o zaman.

Konservatuvardan. Neyse... Ben her gün bunlarla beraberim. Muhabbet ediyoruz falan. Yine bir gün geldi ‘Ya gidip Yıldırım Önal'ı alıp getirelim buraya da, bizi, provayı seyretsin.’ dedi. ‘Hadi bakalım, tamam.’ dedim ben de. ‘Sen bana araba ayarlasana.’ deyince hemen gidip yüzbaşıdan araba istedim. ‘Yıldırım Önal'ı getireceklermiş.’ dedim. ‘Tamam, ama bak,’ dedi ‘söyleyeyim sana, çok içki içiyor o, sarhoş sarhoş getirmeyin buraya.’ ‘Tamam, komutanım.’ deyip, atladık bir jipe, gittik getirdik bizim sinemaya. Orada oturdu ön tarafa Yıldırım Önal. Hiç unutmuyorum... Oturdu seyretti bunları. Bir iki taktik verdi bunlara. Perdeyi aşağı indirin küçülsün sahne, filan dedi. Beğendi ama bunları. Aralarda müzik olması gerekiyor tabii. ‘Eee, müzik nasıl olacak?' diye sordu bana. Ben hemen ‘Hallederiz!' dedim. Gittim, film aldığım şirketin sahibinin kocası Ankara Radyosu’nda genel müdür yardımcısıydı, Hilmi Başar diye biri. Hiç unutmuyorum onu da... Anlattım ona. ‘Ben bir telefon edeyim, sen gidersin teyp ile, verirsin, onlar sana kaset doldururlar.’ dedi.

Vizontele. 2000
TLR makine_PNG.png

Vizontele 

2000

Gitmişken stüdyoları filan da gezdim tabii. Çok güzel müzikler doldurmuşlar bana. Getirdim müzikleri, çaldık, çok hoşlarına gitti bizim tiyatrocuların. Sonra bütün subaylar duymuş, gelip benden kasetlerine müzikleri çekmemi istediler hep. Onların kasetlerini de doldurdum. Böyle çok güzel anılarım oluyordu sinemada. Askerliğin sonuna kadar böyle sinemacı olarak geldim. Bana sertifika bile verdiler sonra.

Bergama’ya dönünce devam etmedim bu işe çünkü Bergama'da yerleşmiş bir düzen vardı zaten. Eski sinemacılar devam ediyorlardı işlerine. Askerde öğrenmiş kişi olarak burada bir şey yapmak doğru olmazdı.”

YEŞİLÇAM'IN BERGAMAYA AKINI DEVAM EDİYOR

Bergama’da haftalarca tozu dumana katanlar belli ki Nihal Atsız’ın hayallerindeki bozkurtlar değildi ama gelenler her türlü sansasyon ve heyecanı da yanlarında getiren öz be öz Yeşilçam insanlarıydı. Üstelik sadece bu iki film ile geçip gitmeyeceklerdi Bergama’dan. 1967 yılında yayınlanan bir gazete haberinin başlığında denildiği gibi ‘Yeşilçam’cılar Bergama’ya Akın Ediyor’lardı:

“Yeşilçamcı’lar Bergama’ya akın etmeye başlamışlardır. Bir süre önce çeşitli söylentilere sebep olan Bozkurtlar Geliyor filminden sonra şimdi de Bergama’nın meşhur Asklepion’unda Kara Davut’un çevrilmesine başlanmıştır.

Kara Davut filminde Kartal Tibet, Sezer Güvenirgil, Yılmaz Köksal, Suphi Tekniker, Semiramis Pekkan, Devlet Devrim ve Tanju Gürsü oynuyorlar.”

TLR makine_PNG.png

Kara Davut

1967

TLR makine_PNG.png

Kara Davut filminin tanıtım fotoğrafları.

1967

Daha önce 1953 yılında Cüneyt Gökçer, Altan Karındaş, Atıf Kaptan ve Muhterem Nur’un oynadığı ve Mahir Canova’nın yönettiği Kara Davut, bu kez Arzu Film tarafından, Tunç Başaran’ın yönetmenliğinde çekiliyordu. Nizamettin Nazif Tepedelenlioğlu’nun aynı adlı eseri ile Alexandre Dumas’ın Üç Silahşörler adlı eserinin harmanlanmasından oluşan senaryosu Sadık Şendil tarafından kaleme alınmıştı. Filmde, Davut’un ve üç arkadaşının Germiyanoğlu Beyliği döneminde geçen maceraları anlatılıyordu.

(...) filmin özellikle Asklepion tiyatrosunun önündeki sütunlu yolda geçen yaklaşık 6 dakikalık kısmındaki kılıçlarla dövüş sahnesinin naifliği gerçekten görülmeye değer.

Kara Davut, Bozkurtlar Geliyor ve Bozkurtların İntikamı filmleri gibi büyük bir iz bırakmaz Bergamalıların hafızalarında. Anlaşıldığı kadarıyla kısa bir bölümü Bergama’da çekilen filmin özellikle Asklepion tiyatrosunun önündeki sütunlu yolda geçen yaklaşık 6 dakikalık kısmındaki kılıçlarla dövüş sahnesinin naifliği gerçekten görülmeye değer.

Bergama’da çekilen bazı başka filmlere tanıklık eden, tanıklığın ötesinde çekimlerde bizzat yer alanlar arasında, daha önce de adını andığımız, Sümerbank Bergama Tekstil Fabrikası’ndaki mesai saatlerinin dışında kalan zamanını Cavit Sarsılmaz’ın sinemalarında geçiren Cengiz (Efe) Kızılık da bulunuyor. Cengiz Bey, “1962’de” diyerek tarih verip anlattığı, Yavuz Yalınkılıç rejisörlüğünde çekilen Kahraman Üçler Geliyor filminden bahsediyor:

“Alan Değirmeni’nde Kahraman Üçler Geliyor diye Birsen Menekşeli ve Can Gürzap ile film çevirdim. Kendi atımızla katıldık. Arabacılık da yapıyordum o

TLR makine_PNG.png

Kara Davut filminde

Asklepion sahneleri

zamanlar. 1962’de… Birsen Menekşeli ile beraber çevirdiğimiz filmi Yavuz Yalınkılıç diye bir rejisör çekmişti. O bana ‘Gel seni İstanbul’a götüreyim. Hiç olmazsa meşhur bir artist ol.’, dedi. ‘Kusura bakma Yavuz Bey, benim bakacak annem var, babam var. Ben bunlardan ayrılamam.’ dedim. Gitmedim.”

Kocatepe'nin Üç Süvarisi. 1964
TLR makine_PNG.png

Kocatepe'nin Üç Süvarisi

1964

Cengiz Bey’in sözünü ettiği film, Kurtuluş Savaşı’nın Büyük Taarruz olarak bilinen aşamasının başladığı Afyon, Kocatepe’deki bir öyküyü anlatıyordu. 1964 yapımı film, Afyon yerine Bergama civarında çekilmişti. Cengiz Bey’in Kahraman Üçler Geliyor şeklinde hatırladığı filmin asıl adı Kocatepe’nin Üç Süvarisi olmalı. Kaya Ererez’in görüntü yönetmenliği yaptığı, Yavuz Yalınkılıç’ın yönettiği filmde Birsen Menekşeli’ye, Can Gürzap değil, Yıldırım Gencer başrol oyuncusu olarak eşlik ediyordu.

Kocatepe’den başlayan taarruz aslında Yeşilçam’ın ilgisine ilk defa mazhar olmuyordu. Hüsamettin Işın’ın Kocatepe’nin Beş Atlısı adlı eserinden 1952’de Nusret Eraslan yönetmenliğinde eserle aynı ismi taşıyan ilk uyarlama film yapılmış, sonrasında ikinci film, 1960’ların tarihi filmler furyasında bu kez Cengiz Kızılık’ın da figüran olarak dahil olacağı Kocatepe’nin Üç Süvarisi adıyla Bergama’da çekilmişti.

Cengiz Bey, figüranlık yaptığı bir başka filmi daha hatırlıyor ancak oyuncular, mekân ve filmin isminde çelişkiler var. “Sonra Ayhan Işık da geldi buraya. Kale’de Bağrıyanık filmini çekti. Saltuk Kaplangı da vardı. Orada da oynadım, figüranlık yaptım.” diyor Cengiz Bey. Bağrıyanık, 1959 yapımı; Baki Çallıoğlu tarafından yönetilmiş ve müzikleri yapılmış. Saltuk Kaplangı, Özcan Tekgül, Fatma Girik ve Kemal Edige’den oluşan bir başrol kadrosuna sahip. Kadrosunda Ayhan Işık’ın yer almadığı film, sokaklarda karpuz satan bir üniversite öğrencisi ile onun aşık olduğu fakir kızın hikâyesini anlatıyor. Bu filmin İstanbul’da çekildiğine dair çeşitli bilgiler mevcut. Öte yandan oyuncularının arasında hem Ayhan Işık’ın, hem de Saltuk Kaplangı’nın yer aldığı sadece iki film biliniyor: 1962 yapımı olan Küçük Hanım Avrupa’da ve 1966 yapımı olan Şoförün Kızı. 

Aradan geçen onlarca yıl belki de kaçınılmaz biçimde bazı yanlış hatırlamalara neden oluyor. Fakat Cengiz Kızılık’ın net olarak hatırladığı bir sahne tecrübesi de var:

“Avni Dilligil Tiyatrosu da gelmişti buraya. İstiklal Meydanı’nın arkasındaki garajın olduğu yer Yıldız Sineması’ydı. O sinemada oynadılar. Gündüzden konuştuğumuzda, ‘Sana görev vereceğim.’ dedi Avni Bey. Onun piyesinde garson rolü yaptım. Onlar ne söylediyse aynen tatbik ettim. O zaman o da bana ‘Oğlum, sen çok yeteneklisin. Niye bizimle gelmiyorsun? Gel bizimle.’ dedi. Gitmedim yine. Gitmiş olsaydım Münir Özkul kadar olabilirdim yani.”

Yorgun Savaşçı. 1993
TLR makine_PNG.png

Yorgun Savaşçı 

1993

Ateşten Günler. 1987
TLR makine_PNG.png

Ateşten Günler

1987

Bergamalılar kasabalarına yeni bir film ekibinin gelmesini 1970’lerin sonuna kadar bekleyeceklerdi. Kendilerini bu kez büyük bir prodüksiyonun içinde bulan Bergama halkı, Kemal Tahir’in aynı adlı eserinden TRT için uyarlanan, Halit Refiğ’in yönetmen koltuğunda oturduğu 8 bölümlük Yorgun Savaşçı dizisine tüm imkânlarıyla, atlarıyla, çerez tezgâhlarıyla ve bizzat kendileri figüran olarak dahil olacaklardı.

Bazı sahneleri Topçu Kışlası’nda, bazı bölümleri de Asklepion’da çekilen, Can Gürzap ve Meral Orhonsay’ın başrollerini oynadığı dizi filmde, kaymakam karakterini canlandıran Ali İhsan Güngül başta olmak üzere birçok Bergamalı rol aldı. Bilgin Yasa, Ogün Sarsılmaz, Mehmet Tevfik Olur’un çok iyi hatırladığı filmin setinde, lojistik destek olarak Nejat Simit de yer alıyordu:

“BMC-TM25 model bir aracımız vardı o günlerde. Bergama'daki birkaç nakliye aracından birisiydi. Film ekibi geldi, ‘Marangoza gidilecek, şuradan şu getirilecek.’ diyerek bizi kiraladılar. 15-20 gün boyunca her gün farklı yerlere gidilip, tarihi yerlerde çekimler yapıldı. Güzellik Ilıcası’nda, Asklepion’da, Akropol’de... Ekip, Güzellik Ilıcası, Kleopatra tesislerindeydi zaten. Rejisör dahil set ekibi orada kalıyordu. Hatta onlara çarşıdan getirilecek olan şeyleri ben getiriyordum. Film çekildi ama biz onu izlemeyi beklerken filmin bir şekilde toplatıldığını duyduk. Ve sanırım yakıldı. 12 Eylül 1980 dönemiydi.”

Tam da Nejat Simit’in söylediği gibi olmuştu. Dönemi için 40 milyon TL’lik oldukça büyük bir bütçeye sahip olan dizinin 35 mm’lik film bobinleri 12 Eylül Askeri Cuntası tarafından yakılarak imha edilmişti. Filmin yakılma gerekçeleri arasında Atatürk ve Kurtuluş Savaşı karşıtı bir yapım olması, Çerkes Ethem'in kahraman olarak sunulması ve askerlere kötü lakap takılması gösterilmişti.

1987 yılı yapımı Ateşten Günler adlı TRT dizisinin de bazı sahnelerinin Bergama’da çekildiğini söyleyenler olmasına karşın doğrulamasını yapacak bir kaynağa ulaşamadığımız için bunu doğrulayan başka bilgiler bulana kadar burada kısa bir not olarak dursun. Yorgun Savaşçı ve Ateşten Günler dizilerinin birbiri ile karıştırılıyor olma ihtimalini de göz önünde tutmakta fayda var. Çünkü TRT için çekilen her iki dizi de Osmanlı’nın son dönemlerini anlatıyor, her iki dizide de Can Gürzap oynuyordu.

Küçük Hanım Avrupa'da. 1962
TLR makine_PNG.png

Küçük Hanım Avrupa'da

1962

Şoförün Kızı. 1965
TLR makine_PNG.png

Şoförün Kızı 

1965

Dönemi için

40 milyon TL'lik, oldukça büyük bir bütçeye sahip olan dizinin 35 mm'lik film bobinleri  Askeri Cunta 

tarafından yakıldı.

DÜŞ GEZGİNLERİ

VE

VAY BAŞIMA GELENLER

Sinemalarda oynadığı günlerde tüm Türkiye’de küçük çaplı da olsa bir infial yaratan Düş Gezginleri’nden de bahsedelim. Atıf Yılmaz’ın çok tartışılan filmi Düş Gezginleri’nin kayda değer bir kısmı da Sefa Taşkın’ın Bergama Belediye Başkanı olduğu dönemde Bergama’da çekilmişti.

1992 yapımı filmde, Nilgün isimli kadın doktorla bir genelevde seks işçiliği yapan Anjelik takma isimli Havva'nın öyküsünü anlatılıyordu. Meral Oğuz ile Lale Mansur’un başrollerini paylaştıkları film hakkında sinema eleştirmeni Atilla Dorsay Cumhuriyet gazetesinde şunları yazmıştı:

“Düş Gezginleri, Atıf Yılmaz'ın hakkını vermeli, kimsenin gözünün yaşına bakmadan, toplumun yerleşik değer ölçülerini filan takmadan, sözünü sonuna dek giderek söyleyen ve bize açıkça lezbiyen bir aşk öyküsünü tam bir açık sözlülükle anlatan bir film. Bu açıdan, bu konuda bu denli dürüst ve açık bir filmi henüz yapmamış olan batı toplumları için bile ilginç, giderek çarpıcı bir film sayılabilir.”

MUSIC_PNG.png

Blue Journey - 02 Kelebekler Vadisi

Serkan L. Karaman

00:00 / 03:56
TLR makine_PNG.png

Düş Gezginleri filminden...

1967

Düş Gezginleri
Düş Gezginleri

Düş Gezginleri, İtalya’nın Torino kentinde 1994 yılında düzenlenen Gay ve Lezbiyen Film Festivali’nden ödül alamadan dönmüş olsa da uluslararası bir eşcinsel film şenliğine katılan ilk Türk filmi olmuştu. 

1992 Antalya Film Şenliği’nin en beğenilen filmlerinden biri olan Düş Gezginleri bu festivalden de ödülsüz dönünce "filmin kötü örnek oluşturabilecek içeriğinden dolayı" ödül alamadığı yazılıp çizildi. Diğer yandan filmin başrol oyuncularından Lale Mansur Antalya’dan "En İyi Kadın Oyuncu" olarak Altın Portakal ödülü ile dönecek, bir yıl sonra da diğer başrol oyuncusu Meral Oğuz Ankara Film Şenliği’nde "En İyi Başoyuncu" seçilecekti.

90’lı yıllar boyunca toplumsal tabuları gündeme taşıyarak tartışma yaratan filmler yapan Atıf Yılmaz, Bergama’da çekeceği sahneler için mekân arıyordu. Film ekibine baştan itibaren yardımcı olan Sefa Taşkın, Abacıhan Sokak’taki, bir vakitler Bolşevik Cavid’in işlettiği sinemanın üst katında olan evlerini kullanabileceklerini söyledi Atıf Yılmaz’a:

“Atıf Bey geldi, yardımcı olmak lazımdı, başımızın üstüne dedik. Bizim evde çekmelerini sağladık bazı sahneleri. Önce bana ‘Sen senaryoyu okudun mu?', diye sordular. ‘Ne olursa olsun!', dedim. Belediye olanaklarıyla da çok yardım ettik onlara. Sonra Atıf Bey giderken teşekkür etmek için uğradı. ‘Biz bu filmi çekerken arkamızda görünmeyen bir güç olduğunu hissettik ama hiçbir işimize de karışılmadı.’ dedi. ‘Bizim politikamız bu.’ dedim ben de kendisine.”

Düş Gezginleri. 1992
TLR makine_PNG.png

Düş Gezginleri

1967

“Çok yardımcı oldular bana. Belki ileride meşhur olurum diye fotoğraf falan çektirdiler."

Filmin ödüllü oyuncularından Lale Mansur, Kaos GL’den Çağlar Yerlikaya’ya 2009 yılında verdiği röportajda film öncesinde Bergama’da yaptığı hazırlıkları şöyle anlatıyordu:

“Film Bergama’da çekilecekti. Film çekilmeden 1,5 ay önce yer bakmak için, Bergama’ya gidiyorlardı. Ben de peşlerine takılıp Bergama’ya gittim. Ve orada bir genelev vardı, izin aldık çünkü izinsiz girilmiyor. Sabahları gidiyordum, öğleden sonraya kadar orada onlarla beraber oturuyordum. Çok fazla şey anlattılar bana, çok fazla şey soramıyordum. Çünkü ne deseniz gaf yapma ihtimali çok yüksek olduğu için, ya da kırıcı olabilir, kendilerini kötü hissedebilirler diye. Böyle tek tük, hani bir odada iki yatak olur mu olmaz mı, çünkü senaryoda öyle; işte öyle mi böyle falan, zaten oraya gidince sorulacak soruların çoğu düşüyor kendinden, oradaki durumu görünce.

Çok çok acıklı hikâyeler dinledim, hiç unutmadım dinlediğim şeyleri orada. Çok tuhaf. Boğazımda bir düğümle geliyordum akşamüstü otele ve sanki ağlarsam onlara haksızlık edeceğim diye ağlayamıyordum da. Yani kilitlenip kalıyordum böyle. Çok yardımcı oldular bana. Belki ilerde meşhur olurum diye fotoğraf falan çektirdiler. ‘Sen okumuş yazmış bir kadınsın yani, niye doktoru oynamıyorsun, niye orospuyu oynuyorsun?’ diye sordular. Ben dedim ki, ‘Bu kadının karakteri daha yumuşak, daha yakın bana. En baştan kendi karakterimin zıttı bir şey oynamaktansa kendimi daha yakın hissettiğimi oynuyorum.’ dedim. O yüzden çok sevmişler.”

 

Düş Gezginleri’nin bir sahnesi de, birazdan detaylı biçimde ele alacağımız, eski Yahudi Mahallesi’ndeki Şen Sineması’nda çekilir. Çocukluk yıllarında iki yakın arkadaş olan doktor Nilgün ile seks işçisi Havva’nın yıllar sonra yeniden ve fakat farklı duygularla bir araya gelmelerinin ardından film seyretmeye gittikleri sahnede Şen Sineması’nı, ahşap mavi koltukları, ışıklı perdesi ve ahşap büfesiyle görürüz. Nilgün ve Havva sinemadan çıkıp Zeytin Dede Sokak’ta yürürken günübirlik bir tatile çıkmaya karar verirler. Bu kısa tatillerinde Asklepion’da gezerler, Nilgün Havva’ya Bergama’nın tarihi hakkında popüler bilgiler aktarır. Çocukluk hatıralarına döndükleri sahnelerde ise ya Kale Mahallesi’nin sokaklarındadırlar ya da Bergama Müzesi’ndeki heykellerin önünde… Filmin ilerleyen bölümlerinde kasabada çıkan dedikodular ve giderek artan tacizler nedeniyle Bergama’dan ayrılmaya karar veren Nilgün ve Havva İstanbul’a gitmek için otobüse binerler. Akasya Park’ın bulunduğu tepeye yerleştirilmiş kamera otobüsün Kızıl Avlu’nun önünden geçerek uzaklaştığını gösterir. 

TLR makine_PNG.png

Vay Başıma Gelenler filminin fragmanı.

Vay Başıma Gelenler filminin basın toplantısı haberi
TLR makine_PNG.png

Vay Başıma Gelenler filminin

basın toplantısı haberi. 2013

Kaynak: www.star.com.tr

“Bizim filmin bazı sahneleri kurguda atıldığından figürasyonda olup da kendini görmek için sinemaya giden birçok arkadaş hayal kırıklığına uğradı."

Düş Gezginleri’nden sonra 20 yıl boyunca belgesel sinemacılar dışında herhangi bir uzun metrajlı kurmaca film ekibi Bergama’ya uğramayacaktır. Ta ki bir gün Hüsnü Şenlendirici’ye film müziği yapması için teklif telefonu gelene kadar… Yönetmen ve senarist Semra Dündar ile İstanbul, Cihangir’de buluşan Şenlendirici projeyi dinledikten sonra elinden geleni yapacağını söyler. Tokalaşıp ayrılmalarından 20 dakika sonra Semra Dündar yeniden arar Hüsnü Şenlendirici’yi ve bu kez başrolü teklif eder. 2013 yapımı Vay Başıma Gelenler’in bundan sonrasının hikâyesini anlatmayı Şenlendirici’ye bırakalım:

“20 dakika sonra Semra yine aradı. ‘Hüsnü Bey bir şey soracağım. Filmimizde başrol oynar mısınız?' dedi. ‘Yavaş gel Semra!’ dedim. Sonra senaryo geldi, okudum ettim. O dönemde devamlı dışarıdaydım, Bergama'ya o kadar sık gelemiyordum. Çekimler Bergama'da olacak ya... ‘Oh ne güzel!' diyorum, ‘Bergama'da olacağım.’ Ama Bergama'yı göremedik ki! 24 saat çekim yaptık. Beynimiz döndü. 30 günde çektik 3 ayda çekilecek filmi. Bergama var diye girmiştim o işe ben.”

27 Haziran 2013 günü Bergama’daki La Bella Otel’de yapılan basın tanıtım yemeği ile Vay Başıma Gelenler filminin çalışmaları başlamış oluyordu. Filmin yönetmeni Semra Dündar basına yaptığı açıklamada “Bergama UNESCO'nun aday listesinde yer alıyor. Ancak, bu süreçte özellikle bu kentte yaşayan herkesin konuyla ilgili farkındalığının ve bilincinin artırılmasına yönelik gerçekleştirilecek eğitim çalışmaları oldukça önemli. Çekeceğimiz filmde bu konuyu ele aldık. Umarım faydalı olabiliriz." derken, hemen ardından Hüsnü Şenlendirici de şunları söylüyordu: "Benim memleketimde benden habersiz böyle bir şey olup içinde olmasaydım çok alınırdım. Projede olmaktan mutluyum.”

Çekimler tamamlanıp da filmin vizyona girmek üzere olduğu haberi 11 Eylül 2013 tarihli Yeni Asır gazetesinde “Bergama’dan sinemaya Vay Başıma Gelenler” başlığıyla verilmişti:

“Eski Yeşilçam filmleri tadında çekilen Vay Başıma Gelenler, 11 Ekim'de izleyiciyle buluşuyor. Filmde Bergamalı klarnet sanatçısı Hüsnü Şenlendirici de rol alıyor.

Çekimleri İstanbul'da ve İzmir'in Bergama ilçesinde yapılan, Hüsnü Şenlendirici, Metin Keçeci, Merve Altınkaya, Sinan Bengier, Levent İnanır, Abidin Yerebakan, Müge Oruçkaptan ve Hüseyin Elmalıpınar'ın rol aldıkları Vay Başına Gelenler, özlenen Yeşilçam klasikleri tadında 11 Ekim’den itibaren vizyona girecek. İlk kez bir sinema filminde yer alan ünlü klarnet virtüözü Hüsnü Şenlendirici'nin oyunculuğuyla herkesi şaşırtacağı filmde, Murat ve Meto adlı iki kankanın maceraları, komedi dozu yüksek bir dille anlatılıyor. Filmde Metin Şentürk de konuk oyuncu olarak yer alıyor.”

Medyada zaman zaman gündem oluşturan filmin bir sahnesi Mehmet Tevfik Olur’un oğluna ait poligonda çekilmişti. Atış müsabakalarının olduğu bir güne denk düşen çekimi Mehmet Bey anlatıyor:

“Bir minibüs geldi. Filmde oynayan Metin indi içinden. ‘Hoş geldin.’ dedik. Benim oğlan ‘Baba bunlar burada bir sahne çekecekler.’ dedi. Millet de sırada, ‘Eee biz ne olacağız?' filan gibi söyleniyor… Sonra poligona çıktık. Benim tüfeği verdik. Kadın bir yönetmen… Tüfeği yere düşürdü! Tutmayı bilmiyor daha. İş uzadı, iki buçuk saat sürdü. Tekrar tekrar tekrar… Ben de başlarında duruyorum. Oğlan geldi benim, ‘Bakın bekleyen insanlar var, isyan ediyorlar. Bir aktivite var, engelliyoruz onları.’ diyerek söylenince ancak o zaman bitirdiler çekimi.”

Diğer filmlerde olduğu gibi Vay Başıma Gelenler filminde de Bergama’dan birçok insan figüran olarak kamera karşısına geçti. Onların heyecanlarını yine Hüsnü Şenlendirici anlatıyor:

“Bizim filmin bazı sahneleri kurguda atıldığından figürasyonda olup da kendini görmek için sinemaya giden birçok arkadaş hayal kırıklığına uğradı. Kimi karısını götürdü, kimi babasıyla gitti falan... Aaa! Sona kadar beklediler. Bir saniye görünseler tamam! Yok ama, birçoğu yok, kesilmiş! Belediyenin şoförü Celil, bir dikiliyor filmde benim önüme... Öyle bir tip adam. Onu şimdi devamlı görüyorum burada. Gördüğümde de hep film aklıma geliyor.

“Benim memleketimde benden habersiz böyle bir şey olup içinde olmasaydım çok alınırdım. Projede olmaktan mutluyum."

MUSIC_PNG.png

Blue Journey - 01 Kadıkale

Serkan L. Karaman

00:00 / 03:39

Bergama’daki, etrafımdaki arkadaşlar sete ziyaretime gelmişler, bir anda jandarma oluveriyorlar sahnede. Yakın arkadaşım Veli var, çocukluk arkadaşım. O da yanımda devamlı. Bunlar jandarma olmak durumunda kaldılar bir sahnede. Bir de yaverim var o zaman birlikte çalıştığım. Bülent. Asistanım. Bunlar ikisi gitti sakalları falan da kestiler tabii mecbur. Sakallar bıyıklar gitti, bir geldiler böyle... Hatta bir iki fotoğraf çekildik esprili bir şeyler. Çekti bunlar sahnelerini. Kimlik kontrolü yapıyorlar, konuşmuyorlar ama. Sonrasında başka bir sahne çekilirken yolu tutmak gerekti. Veli, ‘Ben tutarım yolu.’ dedi, gitti. Gitti, orada yolu tutuyor. İlk gelen araba karpuz yüklü, bostan yüklü bir araba... Veli ‘Dur!' deyince kamyon şoförünün eli ayağı dolaşıyor. Jandarma kıyafetinde ya bizim Veli. ‘Nereden geliyorsunuz?' diye soruyor onlara. ‘Komutanım…’ diye cevap vermeye kalkınca uyanıyor duruma bizim Veli. Başlıyor ondan sonra, ‘Nereden getiriyorsun bu karpuzları sen?' ‘Komutanım öyle böyle...’ diyor kamyoncu. ‘Haa!', diyor Veli, ‘Bak çekim yapıyorlar burada, ver bakalım oradan üç-dört karpuz bize.’ diyor, alıyor karpuzları! Sen de görsen jandarma zannedersin adamı. İşin kötü tarafı, onun sahnesi de yayınlanmadı!

Hatta bir defasında da bizim mahalleden bir çocuk bizim arabanın önüne geçti. Ekip otobüsüyle Ayvazali tarafından, Asklepion'dan aşağı doğru iniyoruz. Bizim Deli Şahin arabayla bir kesti otobüsün önünü. ‘İnin arabadan!' diyor. Allahım yarabbim! Ben diyorum bizim ekiptekilere ‘Durun mahalleden bizim, ben konuşurum.’ Onlar da ‘İnmeyin Hüsnü Bey!' diyorlar. ‘Ya durun bir dakika!' deyip indim sonunda. ‘Ne oldu Şahin?', dedim. Meğer ‘Ben niye mezar sahnesinde yokum?' diye soruyormuş. Çünkü bizim Şahin’in işi o, mezarcı. O sahneyi çektiğimizi duymuş. Niye ben yokum, diye kızıyor.

Sinema değişik bir kafa. Deli işi bence oyunculuk. Yani bir sahnede bakıyorum mesela azıcık sıcak olduğu zaman hemen vantilatör geliyor, klimalar açılıyor. Müzik sahnesinde öyle değil. Belli bir saatte bitiriyorsun, iniyorsun sahneden. Sinemada böyle bir şey yok. Sabah 6! Öyle canlı bir sahne çekmemiz lazım ki ama ölüyoruz, elim kolum kalkmıyor yani o saatte. Sıcak havalarda mesela, asfalt öyle sıcak ki... Ki ben sıcağa hiç dayanamam. Sıcaktan asfalt erimiş, ayağımı bir çekiyorum ayakkabı orada kalıyor yapışıp. O ışıkçıların hali... Prodüksiyon ekibi hele! Neler gördüm ben! Uçan adam gibiler! Levent Kırca öyle bir film çekmişti hani. Bizim prodüksiyoncu aynı Levent Kırca gibiydi. Yapmadığı şey kalmadı adamın. Uçtu, atladı, zıpladı... Hele bir gün yağmur sahnesi çekiyoruz. İçeride yaşlı bir amca var bağlarda. ‘Defolun gidin gari evimden!' diye bağırıyor. Adam hasta, ölecek! Adam oradan saydırırken biz burada duygusal sahne çekiyoruz. Yağmur yağacak... Bir süzgeç de mi bulamadınız? Bayağı merdivene çıkıp hortumla su sıkıyor prodüksiyonun elemanı. İzliyorum da şimdi, ‘Böyle şey mi olur abi!', diyorum kendime. Bu yüzden diyorum, deli işi, diye. Çok fena çok! Zaten her filmin içinde, arkada süren başka bir film daha var yani. Her filmde var hem de.

Filmdeki kızla duygusal bir sahne çekeceğiz. Yakınlaşacağız. Öpmeye yelteneceğim ben. Sonra yanağını öpeceğim. Öyle bir sahne var. Tahtalı'nın oradaki taş köprünün ilerisinden yürüyerek geliyoruz. Sonra oturuyoruz taş köprü üzerine. Derken, bütün replikler tamam, her şey güzel... Her şey doğru. Tam bitecek o sahne... Bizim mahalledeki Atilla'nın oğlu, tam benim böyle façamda kalmış; karşıdan parmak sallıyor, uzaktan sırıtıyor bana. Ben koptum tabii gülmekten, bıraktım kendimi. Sonra on kerede çekemedik o sahneyi. Her seferinde o noktaya gelince onun yüz ifadesi aklıma geliyordu, başlıyordum gülmeye.

Birkaç önemli güzel sahne vardı, düğün sahneleri falan. Çarşıdan da birçok detay çekilmişti ayrıca. Kısaltmak zorunda kaldılar süre mevzusundan dolayı. Koymadılar onları filme. Müzikte de vardır o. Mix ve masteringden sonra bir şeyler değişir mutlaka.

“Sinema değişik bir kafa. Deli işi bence oyunculuk."

Dondurmam Gaymak. 2005
TLR makine_PNG.png

Dondurmam Gaymak

2005

Bizim film 12 kere mi ne oynadı televizyonda. Bütün bayramda seyranda hala veriyorlar. Belki daha bile fazladır. Tam halk filmi oldu.

Ben de bizim klarnet kampını çekmek için hazırlanıyorum. Birçok arkadaşım var, yardım alırım onlardan çekmek için. Aynen Dondurmam Gaymak'taki gibi gerçek kişileri oynatmak istiyorum. Arada misafir oyuncu da olabilir belki. Çok ünlü birilerini koyabilirim, bir an arabada taksi şoförü olur mesela. Müzik işi zaten bizde. Türk filmlerinde işin en kötü tarafı ne biliyor musunuz? En sona yazıyorlar, ‘Aaa! Müzik de vardı sahi!' diyerek. Sen 1 milyona film çekerken 10 bin liraya müzik yaptırıyorsan, yazık ettin demektir zaten o 1 milyona da. Onu hâlâ idrak edemediler. Hâlâ farkında değiller yani. Ya da biliyor ama işlerine gelmiyor olabilir. ‘Ya şunun kankisi var, ona yaptırırız.’ diyorlar. Bu işi düzgün yapanlar da var tabii ama çok az onlar.”

 

Vay Başıma Gelenler son zamanlarda Bergama’da çekilen son film olur. Fakat geriye doğru dönüp baktığımızda sözünü ettiğimiz tüm bu yapımlar dışında, net bilgi sahibi olmadığımız başka film çekimlerinin de yapıldığını söyleyenler olduğunu da görüyoruz. Örneğin İlhan Çarpıkoğlu, Yılmaz Güney’in Beyaz Atlı Adam filminin 1965 yılında Bergama’da çekildiğini söylüyor. Yüksel Simit de Kadir İnanır’ın oynadığı bir filmin belli bir kısmının Bergama Müzesi’ne yakın bir bölgede çekilirken gördüğünü anlatıyor. Ancak bu filmlerin çekim hikâyelerini detaylandıracak bilgiye sahip olmadığımız için tıpkı Ateşten Günler TV dizisi gibi bunları da küçük birer not olarak buraya yazıp bırakalım. İlerleyen zamanlarda edinebileceğimiz yeni bilgiler ışığında bu filmlerin çekim hikâyelerini de yazabiliriz diye umuyorum.

Beyaz Atlı Adam. 1965
TLR makine_PNG.png

Beyaz Atlı Adam

1965

Yazlık Şen Sineması

AKŞAMSEFALARIYLA

GÜZELLEŞEN

YAZLIK SİNEMA:

ŞEN

Zamanda bir kez daha sıçrama yaparak yeniden 1950’lere dönelim. Zira bu bölümde yazlık Şen Sineması’nı tanımak ya da hatırlamak için Kozaltı’daki Yılanlı Sokak’a gideceğiz. Geçmişte hanların bulunduğu bölgede, Kakoğlu Hanı’nın yerine, Mehmet Tevfik Olur'a göre 1955'te, Hüseyin Unan'a öre ise 1958'de açılan Şen Sineması, Bergama’da derin izler bırakmış sinemalardan biri olarak özel ilgiyi hak ediyor.

Babası, Şen Sineması’nın dört kurucusundan biri olan emekli banka müfettişi Hüseyin Unan, kendisi gibi hem Bergamalı, hem de aynı bankadan emekli eşi Nurşen Hanım ile, yıllar sonra dönüp yerleştikleri Bergama’da, eski Cumhuriyet Sineması’nın tam karşısında bir şarküteri işletiyorlar. Unanlar, henüz tanışmadıkları çocukluk yıllarından bugüne, kasabanın iki önemli sinema salonunun anılarını taşıyorlar.

Şen Sineması’na ilişkin ilk bilgileri ve ilginç bir hikâyeyi, Yeniceli Mehmet Unan’ın oğlu Hüseyin Unan’dan aktaralım:

“1958 yılında Bekiroğlu İbrahim, Bakırlı Mustafa, Terzi Hüseyin ve Yeniceli Mehmet, yani babam tarafından kuruluyor Şen Sineması. Bunlar Arasta'dan arkadaşlar. Babam normalde ayakkabı tamircisi çıraklığı yapmış başlangıçta. İkinci Dünya Savaşı yıllarında babam ve amcam 19-20 yaşlarındayken kahvecilik de yapmışlar. Arasta'nın içindeki Tuzcunun Kahvesini ilk olarak babamla amcam açmış. Babamın radyo ile, sinema ile ilgili kitapları vardı. Meraklıydı. Yabancı filmleri çok severdi. Benden iyi bilirdi yabancı artistleri. Radyo tamirine merak salmış. Sinema makinesini çalıştırmayı öğrenmiş. O tür şeyleri biliyordu. Babam bir de mahallede evin altına bakkal dükkânı açmış. Sinema ortaklığını yaparken amcamla birlikte bu bakkal dükkânını da işletmiş. O yıllarda bakkallık çok önemliymiş tabi. 

DSLR makine_PNG.png

Nurşen ve Hüseyin Unan - Bergama 2021

Fotoğraf: Yücel Tunca

00:00 / 03:07

Babam sinemadaki ortaklığından 1965-66 yıllarında ayrılana kadar Şen Sineması’nın gişesinde bilet satmış. O zamanlar ortakların kendi aralarında görev taksimleri var. Babam bilet kesiyor gişede. Bakırlı Mustafa kapıda bilet kontrolü yapıyor. Terzi Hüseyin ile amcam Ali içeride yer gösteriyorlar. Bir de Ali Rıza Şiko diye biri var, o da büfeyi kiralamış, gazoz, fıstık filan satıyor.

Sinema ile ilgili şöyle bir anekdot anlatırlardı. 27 Mayıs İhtilali'nden sonra, 1962 yılı… Daha önceleri Menderes Hükümeti zamanında bazı filmlerin önünde 10-15 dakikalık icraatın içinden gibi bir reklam bölümü oluyormuş. Her filmde değil ama bazı filmlerin öncesine koyuyorlarmış. Menderes Hükümeti'ni öven, icraatları anlatan… 50'li yıllarda böyle bir uygulama varmış. O nedenle 1960'tan sonra sinemacılar İzmir'den film kiraladıklarında genelde kontrol ederlermiş ki ihtilal hükümetine karşı bir şey olmasın filmin başında, bir problem olmasın... İşte 1962 yılında, kontrolden kaçan bir film olmuş. Millet giriyor içeriye. O zaman da Şen Sineması çok ünlü. Böyle şarkılı, aşk filmleri gösterirlermiş. Tıklım tıklım içerisi! Bizim film öncesinde reklamlar gibi bir başlıyor Menderesi övmeye... Babam hemen aşağıdan koşturup makinistin yanına gidiyor durdurmaya ama gidene kadar da beş dakika filan geçiyor tabii. O zaman ajanlar var, muhbirler var... Babam hemen kapattırıyor filmi. Koşa koşa karakola gidiyor sonra. Kendisini ihbar etmek için. Tabii hepsini, bütün ortakları çağırıyorlar. Makiniste yardım etmek için orada olan 12 yaşındaki Ahmet abi dahil herkesi götürüyorlar karakolun bahçesine. O çok iyi anlatırdı. ‘Herkesi topladılar, götürdüler, ben dahil.’ diye anlatırdı. Görevlilerin hepsini! ‘Rahmetli Mustafa Bakır amca bayıldı korkudan.’ diyordu. ‘Bize ne yapacaklar acaba?’ diye korkudan bayılmış. O zaman dayak atmamışlar ama. ‘Dayak yediler mi?’ diye sormuştum. ‘Yok’ dedi. Ama küfürler, tehditler... Bunlar da ‘Sehven olmuştur, hataen olmuştur, biz hükümetimize bağlıyız.’ diye dilekçelerle kurtarmışlar kendilerini.”

SES_PNG.png

Mehmet Tevfik Olur

anlatıyor.

00:00 / 01:20

Mehmet Tevfik Olur, Kakoğlu Hanı’nın, Bergama esnaflarından Terzi Hüseyin Ertunç, Bekiroğlu diye bilinen İbrahim Kurtuluş, Mehmet Unan ve Mustafa Bakırlı tarafından tasarlanarak sinemaya dönüştürüldüğü günleri hatırlıyor. Bu dört ortak ilk filmin gösteriminden önce prova yaparlarken Mehmet Tevfik Olur da abisinin elini tutarak çalışmaları merakla izliyormuş. Bu filmin Türkiye’de 1955’te gösterime giren Raj Kapoor’un Avare filmi olabileceğini söylüyor Mehmet Bey:

“İbrahim Kurtuluş makinistliğini yapıyordu sinemanın. Bir de elemanı vardı: Sarı Necdet. O da makineye bakardı. Mustafa Bakırlı kapıda bilet keserdi. Mehmet Unan gişede bilet satardı. Hüseyin Ertunç da yer gösterme işlerini yapardı... Bu sinema daha çok Romanların rağbet ettiği, daha çok yerli film gösterilen bir sinemaydı. Ön sıralarda 35 kuruş, orta sıralarda 60 kuruş, arkalarda 75 kuruştu biletler. Çok da değişmezdi fiyatlar.

Şen Sineması’na bazen korku filmleri de gelirdi. Kalp atışı gibi ağır ağır müzikleri, sesleri olurdu. Çıkışta korkudan koşarak eve giderdim. Çocuktuk, etkilenirdik haliyle.

Norman Winston, Jerry Lewis filmlerini kaçırmazdık. Ya da Yavru ile Katip mesela…

Her sinemanın kapısında bir belediye görevlisi durur, biletleri kontrol ederdi. Çünkü belediyeler rüsum alırdı sinema biletlerinden. Yani her biletten bir pay alırlardı. Görevli kapıda dururdu kontrol için. Bütün seanslar boyunca kapıda duran belediye görevlisi tanıdık biri ise o gün bedava girerdiniz içeri, ‘Gel, gir bakalım!' diye kayırırlardı. Ben de takip ederdim. Komşumuz vardı Tahsin, elektrikçi… Bergamalıların çok iyi tanıdığı biriydi. Onu takip ederdik mesela. Hangi sinemadaysa giderdik, film başladıktan sonra alırdı içeri. Bir de ortaklardan Bakırlı vardı. O çok lanetti yalnız, ters adamdı, mizacı öyleydi. Şen Sineması’nın kapısında Mustafa Bakırlı varsa giremezdik. Bir de Hamdi Usta’sı vardı Şen Sineması’nın. Temizlik, bakım işleriyle ilgilenirdi. Şarap içerdi, orada yatıp kalkardı, sinemanın içinde yeri vardı.”

ESKİ VİDEO_PNG.png

Yazlık Şen Sineması'nın günümüzde otopark olarak kullanılan alanının 2000 yılındaki görünümü.

Video: Fatma Dalay,  Montaj: Yücel Tunca

Kışlık Şen Sineması'nın eski bilet koçanlarından biri  Fotoğraf: Yücel Tunca-2019
DSLR makine_PNG.png

Kışlık Şen Sineması'nın eski bilet koçanlarından biri

Fotoğraf: Yücel Tunca-2019

Nazmiye Ovacık’ın çocukluğunda polis zannedip korktuğu, sinema kapısında duran belediye görevlisi biletsiz girişleri engellemeye çalışırdı.  Sinemacılar, Çağdaş Matbaa’da elle dizilen kurşundan yapılma harfler kullanılarak 10-15 bin adet basılan biletleri önce belediyeye teslim eder, sonra bir miktar bileti, belediyeye rüsumu yani eğlence vergisini ödeyerek o gün kullanmak üzere alırlardı. Sinemacılar ayrıca yerel spor kulüpleri ve bazı kurumlara da her bilet üzerinden bir pay öderlerdi. (Eğlence vergisi günümüzde de zaman zaman gündeme gelen bir problem olmaya devam ediyor. Küçük ve orta ölçekli işletmeciler, rüsum adıyla toplanan, bir kısmı belediyeye, bir kısmı maliyeye, bir kısmı da Kültür Bakanlığı’na aktarılan verginin kaldırılmasının sinemacıları kısmen rahatlatacağını söylüyorlar.)

Kimi Bergamalılar’ın sinema ile tanışması Şen Sineması ile olmuştu. Mahalle içinde, kapı komşusu gibiydi. Erol Engel evlerinden 10 metre uzaktaki sinemayı anlatıyor:

“Benim sinema ile tanışmam yazlık Şen Sineması ile oldu. Evimizle sinema arasındaki mesafe 10 metreydi. Çok yakındık. Henüz daha ilkokula bile gitmiyordum. 1964-65 yıllarında ben 4-5 yaşlarındaydım. Komşumuz sinemaydı, iki üç yıl komşuluk yaptık. Biz kiracı olduğumuz için taşındık sonrasında ve sinema açısından büyük bir avantajı kaybettik tabii. Yazları her gelen filmi izliyorduk. Her ne kadar sinemacı sıkı önlemler alsa bile para vermeden içeri girmenin bir yolunu buluyorduk. O günlerde insanlar ailece sinemaya gelirdi. Yedi sekiz kişi topluca gelirdi. Büyük bir eğlence merkeziydi. Biz bakardık; sokağın başından kalabalık bir aile geliyorsa hemen mevzilenirdik. Onların çocuklarıymış gibi aralarına karışır kendimizi sinemanın içinde bulurduk. Kendi ailemizle de giderdik. Çok iyi hatırlıyorum, annem, ablam... Onlar sürekli kadın seanslarına giderlerdi. Öğlen matinelerinde, iki-iki buçukta mesela... Biz de küçüğüz, yanlarında götürürlerdi bizi de.

O yıllarda Şen Sineması ile başlayan sinema furyası Bergama'nın neredeyse her mahallesinde bir sinemanın açılmasına sebep oldu desem yeridir.”

Yazlık Şen Sineması'nın bulunduğu Yılanlı Sokak'ta eski tabelalar. Fotoğraf: Yücel Tunca
DSLR makine_PNG.png

Kapandıktan sonra uzun zaman açık hava düğün salonu ve sonrasında günümüze kadar otopark olarak kullanılan Yazlık Şen Sineması'nın bulunduğu Yılanlı Sokak. Fotoğraf: Yücel Tunca-2020

Ayşen Ermiş de ilkokul öncesi çocukluk yıllarında yakın komşuları olan yazlık Şen Sineması’na ailecek gittiklerini hatırlıyor:

“Şen Sineması'na çok yakındı evimiz. Akşam hava karardıktan sonra başlardı filmler. Akşam yemeğimizi yiyip öyle giderdik. Havalar ısındı mı sinema açılırdı. Sahibi komşumuzdu. İbrahim Kurtuluş... Leblebici Bekiroğlu İbrahim. Eşi de Neşe Hanım idi. İki oğlu, bir de kızları vardı. Kızıyla ben arkadaştım zaten. 6-7 yaşlarımdayken gittiğimi hatırlıyorum. Güzel esiyordu orası. Yaz geceleri hoş oluyordu. Çok lüks bir yer değildi. Büyük bir bahçesi, sıra sıra birbirine bağlı tahta sandalyeleri vardı. Basamak basamaktı sinemanın içi. En üstte makine odası vardı. Oradan filmin ışığı geliyordu. Güzel filmler olduğu zaman doluyordu sinema. Filmleri tam hatırlayamıyorum ama yerli filmler oluyordu daha ziyade. Yabancı hiç hatırlamıyorum. Çiğdem satılıyordu içeride. Grapet satılıyordu. Eskiden Grapet deniliyordu. Şimdiki kolanın siyahı; sarısı da vardı, sarı Grapet deniyordu ona da. Sonra Fanta çıktı. Keyifli oluyordu akşamları oraya gitmek. Arkadaşlarımızla sinemanın içinde film başlayana kadar oyunlar oynardık, konuşurduk. Bizi başka türlü sokağa salmazlardı akşamları. Çıkmazdık yani hiç. Babam biraz tutucu, sert bir adamdı.

Sinema nedeniyle bizim sokak hep çok hareketli olurdu. Sonra sinemanın kapandığı zamanı da hatırlıyorum. Nişanlıyken gidiyorduk İlhami ile. Fakat  evlendiğimizde kapanmıştı artık. 1984-85 gibi kapanmış olması lazım. Düğün salonu oldu. Evlerde televizyonlar bollaşmaya başlamıştı. Herkesin evinde televizyon vardı artık. İnsanlar öyle olunca sinemalara gitmemeye başladı.”

Bergamalılar’ın 50’li, 60’lı yıllardan itibaren hatırladıkları yazlık Şen Sineması’nın hafif eğimli, basamaklı zemininde gerilimli filmler sırasında arkadan öne doğru yuvarlanan gazoz şişelerinin sesi kimilerinin hâlâ kulaklarında… Kim bilir kaçının eteği, pantolonu sandalye çivilerine takılıp da yırtılmıştı? Kimler evlilik yaşı gelmiş çocuklarına eş beğenmişti sinemaya gelenler arasından?

“Güzel esiyordu orası. Yaz geceleri hoş oluyordu. Çok lüks bir yer değildi. Büyük bir bahçesi, sıra sıra birbirine bağlı tahta sandalyeleri vardı. Basamak basamaktı sinemanın içi."

YazlıkSenSinemasi_web_edited.jpg
palet_firca.jpg

Yazlık şen Sineması’na, en iyi yeri tutmak için erkenden gelenler film başlayana kadar piknik yapıyor.

İllüstrasyon: Nermin Yağmur Erman, 2021

YAZLIK ŞEN SİNEMASI'NDA YILMAZ ASIK DÖNEMİ

Dört ortaklı bir işletme olarak çalışmaya başlayan Şen Sineması’nı daha sonra uzun bir müddet Bekiroğlu İbrahim (Kurtuluş) tek başına çalıştırmışsa da sinema 1960’ların sonunda kapanmıştı. Uzun müddet kapalı kaldığı dönemde bir çöplüğe dönüşen Şen Sineması 1971 yılında askerden dönen Yılmaz Asık tarafından 1973-74 yıllarında yeniden açılacaktı:

“Yazlık Şen Sineması'nı ben kiraladığımda harabe olmuştu. Ne kadar hafriyat, çöp varsa buraya doldurmuşlardı ben tutana kadar. Hatta mal sahibi, ‘Burayı temizlemeyi gözün kesiyorsa, al çalıştır.’ demişti. Bekiroğlu İbrahim idi sahibi, ondan kiraladım. Leblebici... Onlar o zamanlar çok meşhurlardı leblebi işinde. Sinema da çok meşhurdu zaten. 1000 kişi bile alan bir sinema oldu Şen Sineması.”

Yılmaz Asık’ın sinemacılık hikâyesi aslında 1967 yılı civarında başlamıştı ama sinema sevdası çocukluk yıllarına kadar uzanıyordu:

“Küçüklüğümüzden alışmıştık ya sinemalara, ondan sonra da o sevgiyle gitti bizde. Kermes Sineması'nda sigortalı çalışmak da iyi oldu, ‘Ben böyle devam edeyim.’ dedim ve böyle kendi kendime devam ettim. Çocukluktan beri bildiğim, alıştığım iş diye devam ettim. İlk olarak Kör Hafız’ın Cumhuriyet Sineması’nda öğrenmiştim makinistliği. Kalaycının oğlu Mehmet’ten. Çocuktum daha. O askere gideceği zaman tuttu benim elimden Yıldız Sineması’na götürdü. Cavit Abi işletiyordu orayı. ‘Cavit Abi,’ dedi, ‘bunu sana emanet ediyorum, askerden sonra geri alacağım, sen buna öğret işleri.’ dedi. Ama onun makineleri sorunluydu biraz, filmler kopup duruyordu. Bunu herkes bilir. Cavit Abi, ‘Yılmaz bugün güzel oynat, hiç kopmasın, göreyim seni.’ derdi. Fatma Girik’in tam meşhur olduğu zamanlar… Gündüz iki üç seans oynardı filmleri. Güzel bir meslekti yani kısacası, bizim hoşumuza gidiyordu. Çok değişik bir şeydi. Bugün bakınca özleniyor tabii, keşke yine olsa da devam etsek, diyorum bazen.

20 yaşında askere gittim. Askerlik dönüşünde daha önce bir ara çalıştığım Kınık'taki sinemada başladım tekrar. Onun adı da Yeni Sinema idi. Sonra orayı ben kiraladım. Kışlık sinemaydı ve galiba 500-600 kişiden aşağı değildi.

DSLR makine_PNG.png

Yılmaz Asık - Bergama 2020

Fotoğraf: Yücel Tunca

00:00 / 02:07

Aynı zamanda gelip burayı, yazlık Şen Sineması’nı da kiraladım. Soma'da da bir sinema kiraladım aynı anda. Hatta Soma'da iki sinema birden kiralamıştım. Zeybek Sineması ve diğeri de galiba Yeni Sinema’ydı. Pek aklımda kalmamış isimleri... İşçi bölgesi olduğu için yaz da kış da iş yapardı o sinemalar. Sinemaların birinde normal aile filmleri oynatırdım, birinde de erotik filmler filan oynardı. O günlerde Balıkesir Savaştepe’de kışlık Belediye Sineması’nı da kiralayıp işlettim. Bu sinemaların hepsi birbirini telafi etmeye çalışıyordu. Bütün bunlar 1973-74 yılları gibi oluyor. 1984-85 yılında da Bergama’daki Yıldız Sineması’nı kiraladım.

Yazlık Şen Sineması ailece herkesin geldiği bir sinemaydı. Atmacalılar aşağı yukarı her gün buradaydı. Diğer çevreden de insanlar gelirdi. Türk filmleri oynatırdık. Yabancı filmler katiyen iş yapmıyordu. En güzel yabancı filmi koysan olmuyordu. Onu da denedim ama katiyen iş yapmıyordu. Türk filmlerinin vizyonu geçmiş de olsa tekrar tekrar da oynatsan iş yapıyordu. Ferdi Tayfur'un filmleri, arabesk türü filmler, Orhan Gencebaylar... Gayet iyi iş yapıyorlardı. Bir de Kemal Sunal filmleri tabii...”

DSLR makine_PNG.png

Hüsnü Şenlendirici - Bergama 2021

Fotoğraf: Yücel Tunca

Hüsnü Şenlendirici o günleri neşe içinde anlatıyor:

“Yazları özellikle sinemaların tadı başka oluyordu Bergama'da, çünkü yazlık sinemalar, açık hava sinemaları, aile ile gidilebilen en eğlenceli, en renkli yerlerdi. Gazozundan, çekirdeğine, daha doğrusu çiğdemine... İstanbulluluk bulaşmış bize de, çiğdeme çekirdek diyorum... Açık hava sinemalarının normal sinemalardan bir farkı da bizim Roman mahallesine yakın olmasıydı. Özellikle Şen Sineması.

Kardeş Sümerler’in sokağından girdiğin zaman zaten hemen oradaydı. Oranın en ışıklı yeriydi. Floresanlı ışıklar, afişler falan... Genelde mavi beyaz boyalı olurdu sanki. Hatta bazen yeni boyandığında gelenlerin üstü başı mavi olurdu toz boyadan... Büyük alan çünkü. Yağlı boya ile boyamak lüks tabii. O zaman onu boyamak bile iş yani. Yokluk var çünkü. Girişte solda perde. Kare gibi bir alanı vardı. Hatta bazı evlerin ufak pencereleri vardı oraya bakan. O evlerden de izleyenler olurdu mesela. Tahta sandalyeler, birbirine sabitlenmiş... Numara vardı üstlerinde galiba ama o numaralar ya zaten silinmişti ya da kimse numaralara bakmıyordu. Erken gelen kapar! Ve sinema çıkışında yerler mutlaka çiğdem kabukları, gazoz şişeleriyle dolardı.

“Bizim sinemayı işlettiğimiz yıllarda televizyon çıkmıştı ama durgun da
olsa gene iş yapıyorduk.
"

Sinemaya giderken yanınızda bir şey götürmezsiniz yiyecek içecek... Oradan alınır genelde. Mısır patlağı, leblebisi, nohutu, gazozu, bilmem nesi... Mesela Şen Sineması'na güzel filmler geldiğinde, arabaların üzerinde afişler, şoförün yanında bir kişi daha, mahallede gezer. Şoförün yanındaki anons yapar: ‘Bugün,’ diyor, ‘Ferdi Tayfur ve Nejla Nazır'ın ikinci filmi falan falan Şen Sinema'da!' Allah! Peşinden koşuyoruz biz çocuklar... O arabayla beraber bütün mahalleyi sınırına kadar dolaşıp bırakıyoruz. Oradan sonra öbür mahallenin çocukları takılıyor arabanın peşine... Özellikle Kermes zamanında yeni filmler oynatılırdı. Köylük yerlerden de çok rağbet oluyordu o vakit. Bergama'nın nüfusu bayağı artıyor Kermes zamanında... O zaman da sinemalar inanılmaz bir full halde olur. İnsanlar yığın halinde film izlerler, topluca ağlama seansları ve de gülme seansları yaşanır. Aslında bizim o zamanlar zannettiğimizden çok daha kıymetli, çok daha özel zamanlarmış meğer.

Şu mevzu enteresan benim için: Kiremitlerin üzerinden, arka taraftan atlayanlar oluyordu sinemaya. Özellikle kalabalık olduğu zamanlar...

Az önce şunu diyordum: Sinemaya giderken yanında bir şey götürmezsin, oradaki büfeden bir şeyler alır, yersin içersin. Ama mesela bizimkilerden çok iyi hatırlıyorum: Piknik tüpü, tavası, malzemesi, ufak rakısı, direk sofrayı kurup orada akşam yemeğini yiyenleri görüyordum sinemada. Hem de bunu bir kere görmedim, defalarca gördüm. Rakısını alıyor dolduruyor, biri oradan minderini getiriyor köşeye, tahta sandalyeye oturmuyor amca, minderiyle yastığını getirmiş oraya oturmuş, öyle izliyor. Kaçta başlar akşam sineması? Dokuzdur mesela... Hava kararmış olsun diye... Dokuzda başlayacak filme altıda geliyorlar ama mevzu şu bir de: Önden yer kapacak. Hem büyük görüntü olsun hem de ses daha iyi gelsin diye yer tutuyor aslında. Görüntüden de, sesten de daha çok yararlanabilmek maksat. Geç gelen en arkalara geçecek çünkü. En güzel yerleri önce gelenler kapıyor.”

Atmaca Mahallesi’nde yetişip ünlenmiş şarkıcı Tüdanya’nın oynadığı filmler geldiğindeyse Şen Sineması’ndaki hava bambaşka oluyordu. Filmin anonsu mahallede duyulduğunda herkes o gece sinemaya koşuyor, mahalleli diğer filmlerde ağladığından üç kat daha fazla ağlıyordu.

1980’li yılların ilk yarısında TRT’de yasaklı olan arabesk şarkıcılarının filmlerini gösteren Şen Sineması sandalye sayısının neredeyse iki katı kadar seyirci alıyordu. İbrahim Tatlıses, Ferdi Tayfur, Orhan Gencebay, Mahmut Tuncer’in vizyon filmleri gösterilirken, kapasitesi 700-800 olmasına rağmen duvar kenarına dizilip ayakta seyredenlerle seyirci sayısı 1000-1200 kişiye ulaşıyordu.

İzlememiş olmanın büyük kayıp sayılacağı filmlere Atmaca Mahallesi’nden ve Bergama’nın diğer dört bir yanından gelenlerin dışında atlarıyla gelen köylüler de vardı. Filme yetişmek için atını dörtnala koşturup çatlatanlar olduğu anlatılırdı.

Çerezci Yüksel Simit’in annesi Hatice Simit’in, gebeliğinin ilerleyen bir döneminde babasıyla birlikte gittiği Şen Sineması’nda ağrıları tutmuştu. Dayanılmaz bir ağrıyla kıvranırken hemen kalkıp doktora ya da eve gitmek yerine, etkisine kapıldığı filmdeki oyuncunun öldürülmesini engellemek için ‘Arkanda! Arkanda!' diye bağırarak onu uyarmaya çalışıyordu.

Hatice Hanım’ın oğlu Çerezci Yüksel de çocukluğunun unutulmaz mekânları arasında yazlık sinemaları ilk sıraya yerleştiriyor. Özellikle de Şen Sineması’nı:

“Yazlık sinemaların o yüksek sahneleri bile gözümün önünde şu anda. Bütün yazlık sinemaların özelliğidir, hepsinde akşamsefaları olur. Şen Sineması’nın sahnesinin hemen altı da boydan boya rengârenk akşamsefalarıyla doluydu. Çok küçüktüm daha, o akşamsefalarının yanına giderdim, onlar rengârenk açarlar ya, onların yanında oyun oynardım. Sinemanın yan duvarları da olduğu gibi sarmaşık kaplıydı.”

Şen Sineması’ndaki yaz akşamlarının unutulamayacağını söyleyen Nazmiye Ovacık da sinemanın atmosferini çok güzel betimliyor:

“Bergama'nın havası Kale’nin arkasındaki Kestel Barajı yapıldıktan sonra değişti. Baraj, Madra Dağı’ndan ve Kozak Yaylası’ndan gelen havayı tümüyle engelledi. Ondan önce çok güzel bir havası vardı. O yüzden akşamları Şen Sineması’na gittiğinizde o güzel havayı çekerdiniz içinize. Bir de çok güzel çiçekler olurdu. Mis gibi kokarlardı... Rengârenk akşamsefaları olurdu sinemanın duvar kenarlarında. Bir de etrafta yüksek bina olmadığı için, en fazla iki katlı oldukları için havayı kesmezdi etraftaki evler. Apartmanlar 80'lerden sonra yapılmaya başlandı.”

Şen Sineması’nın parlak günlerinin ardından başlayan gerilemeyi ve kapanışa giden süreci yine Yılmaz Asık anlatıyor:

“Bizim sinemayı işlettiğimiz yıllarda televizyon çıkmıştı ama durgun da olsa gene iş yapıyorduk. Müşteri oluyordu. Geleni gideni çok oluyordu. 1000 kişi olmasa bile 500-600 kişi atıyordum burada ortalama. Filmine göre 1000 kişiyi de geçiyordu bazı zamanlar. Yerlere oturuyordu millet. Kârlı bir işti. Peşin para, alıyorlar biletlerini, giriyorlardı.

İlerleyen zamanda gelen giden azalmaya başlayınca, sinemalarımı birer birer kapattım. Önce Kınık'takini kapattıydım. Savaştepe'dekini bir arkadaşıma bıraktım. O aralar videolar çıkmaya başlamıştı. Sinemalardan pek o kadar randıman almıyorduk. Ben de burada bir video dükkânı açtım, Şen Sineması'nın hemen yanı başına. Sinemacılığı 1990'da olduğu gibi bıraktım. Video kaset olayı vardı ama o arada uydular çıkmaya başlayınca o da zayıflamıştı. 10 bin kasetim vardı o dönemde. Hepsi elimizde kaldı uydular çıkınca, o yüzden iflas ettik. O kasetlerdeki filmler daha çekilmeden şirketle anlaşmalar yapılırdı. Çıkmamış filmin senedini yapar, ödemeye bile başlardık. O uydu bir çıkınca bizim işler bozuldu. Senetlerimizin ödeyebildiğimizi ödedik, kalanını taksit taksit böldük ettik işte... O zaman bir zorluk çektik. Devam edecek zannediyorduk her halde, bilemeyince öyle oldu. O dönemden 500 kadar kaseti, Kozak tarafında bir çiftlik evim vardı, onun tavan arasına koymuştum. O evi satınca kasetler de kaldı orada. Alan kişi çıkıp bakmadıysa hala duruyorlardır belki. Diğer kasetleri de birileri gelip topluyordu. Irak'a filan götürüp satıyorlardı o zamanlar. Bazılarıyla da soba tutuşturuyorduk. Güzel yanıyorlardı, çıra yerine...

Soma'daki Zeybek Sineması da yıkılıp yenilenecekti. Belediye şart koşuyordu; sinema olan yer yıkılırsa yine altına sinema yapma şartıyla ruhsat veriliyordu o zamanlar. Onlar sinema yapacaklardı, benimle de zaten mukaveleleri vardı. Başkasını da istemiyorlardı. İlk katlar yapıldı, sinema bölümü falan ortaya çıkınca çağırdılar beni. Sinemalar iyice zayıflamıştı o zamanlar. Ben de video işine girmiştim artık. ‘Ben artık istemiyorum.’ dedim. Orasını da o şekilde bıraktım. Sonrasında da sinema olmadı zaten orası. Herhalde uydurdular kitabına, öyle gitti. Bundan bir ay evvel gittim oralara bakındım, sinemayı bırak binanın yerini bile bulamadım. O kadar değişmiş zamanla.

Şen Sineması'nın eski tabelaları.
DSLR makine_PNG.png

Yılmaz Asık, kardeşi Ayhan Asık ile birlikte, Cavit Sarsılmaz'ın kurduğu kışlık Yıldız Sineması'nın işletmesini alıp 1985'te Şen Sineması'na dönüştürmüşlerdi. Fotoğraf: Yücel Tunca-2019

“Piknik tüpü, tavası, malzemesi, ufak rakısı, direk sofrayı kurup orada akşam yemeğini yiyenleri görüyordum sinemada."

“O dönemden 500 kadar kaseti, Kozak tarafında bir çiftlik evim vardı, onun tavan arasına koymuştum. O evi satınca kasetler de kaldı orada.

Alan kişi çıkıp bakmadıysa hala duruyorlardır belki"

Sinema işini yaparken kardeşim Ayhan ile çalışıyorduk. Eskiden Yıldız Sineması olan şimdiki kışlık Şen Sineması'nı ona bıraktım 91'de. ‘Senin olsun.’ dedim. Bıraktıktan sonra pek pişman olmadım ama üzüntü oldu tabii. Onlar hâlâ devam ediyorlar orada. Hatta bütün tertibatları da onlara verdim. Burayı, yazlık Şen Sineması’nı da boş olarak düğünlere vermeye başladım. Düğünlere sandalye verme olayı da buradan yürüyordu. Boş durmasın diye böyle devam etti. Şimdi bir iki senedir de otoparka çevirdim. Otoparka da ihtiyaç vardı, değerlensin hadi, dedim boş duracağına. Güvenlik kameraları filan var ya, daha muhafazalı olduğu için konu komşu bırakıyor arabasını. Öyle idare ediyoruz artık.

Turgut Özal döneminde sinemacılara bir destek fonu açılmıştı. Krediler falan veriliyordu. Ama tabii biz sinemacıyız, o kredileri bir de geri ödemesi var. İzleyici az, iş zayıf... Girsek diye düşündüğüm de oldu ama girmedim o dönem tekrar. Belediyeler girdi bu sefer, belediyeler sinema işletmeye başladı. Paraları almak için midir bilmiyorum ama her yerde belediye sinemaları açılmaya başladı. Burada da oldu öyle bir şeyler. Bir iki sene devam etti sonra yürümedi o da. Belediyeler sosyal içerikli filmler oynatıyorlardı. Bizim sinemalarda öyle değildi tabii. Halka, kırsal kesime dönük komedi filmleri, acıklı filmler, müzikal filmler gidiyordu daha çok.

Ayhan Asık. Fotoğraf: Şahin Asık-2015
TLR makine_PNG.png

Ayhan Asık, kardeşi Yılmaz ile birlikte yaptığı sinema işletmeciliğini daha sonraları kışlık Şen Sineması'nda

tek başına sürdürdü. Emekliliği geldiğinde sinemayı oğlu Şahin Asık'a devretti. Fotoğraf: Şahin Asık-2015

Fakat 1993-94 gibi burada ben bir kez daha denedim. Nostalji diye her yerde tekrar açılıyordu sinemalar. Bana da burada ‘Ya aç bak, biz çoluğumuzu çocuğumuzu alıp getireceğiz, eskiden sinemalar nasıldı diye göstereceğiz onlara.’ diyorlardı. Ben de açtım bunun üzerine. Herkes açıldığını biliyor, herkes kutluyor… Gazeteler, televizyonlar falan geldi, haber yaptı. Fakat müşteri gelmedi! Mesela başlıyorduk saati gelince, bir saat oynatıyorduk filmi fakat içeride kimse yok. Hemen hemen bir ay denedim. Baktık kimse gelmiyor, kapattık yine. Ama millet çok istiyordu başta. İlla aç, illa aç! Koyuyoruz filmi oynatıyoruz, kimseler yok. Bizim burada film oynadığı zaman o yukarıdaki mahallelerde herkes bayıra oturup seyrediyordu. Ses zaten muntazam gidiyor direk oraya. Oradan herkes bakıyordu. Reklam oluyor, iyidir, diyorduk ama olmadı işte.”

'YAHUDİNİN PALAMUT DEPOSU' VE SON MOHİKAN ŞAHİN ASIK

Yılmaz Asık Bergama’nın son yazlık sinemasını kapatıp sinemacılıktan el ayak çekerken Yahudi Mahallesi’ndeki kışlık Yıldız Sineması’nı 1991 yılında kardeşi Ayhan Asık’a bırakmıştı. Uzun zaman zaten birlikte çalıştırdıkları sinemanın adı Ayhan Asık tarafından Şen Sineması olarak değiştirildi. O günlerde Bergama’nın tek sineması Şen Sineması’ydı. 1994-95 ile 2004-2005 yılları arasında faaliyette bulunan Kermes Sinemaları döneminde sayıları ikiye çıkan Bergama sinemaları, bu dönemin sonunda yine teke düştü. Şen Sineması günümüze kadar pek çok zor zamanı atlatarak film göstermeye devam etti. 60 yıla yakın bir süre boyunca açık kalmayı başararak Bergama ölçeğinde kırılması zor bir rekora sahip oldu.

Zaman Tüneli: Şen Sineması
Yücel Tunca_SenSinemasi_dsc07366_büyük_w

Ayhan Asık’ın oğlu Şahin Asık, 2007-2008’de askerden döndükten sonra, yavaş yavaş emekliliğe hazırlanan babasının yanında çalışmaya başlayıp kendini yetiştirecekti. 2011 yılında da şirketi üzerine alarak tıpkı babası gibi askerlik dönüşünde sinemacı olacaktı.

Askerlik öncesi liseyi bitiren, bir televizyoncu ile buzdolabı tamircisinin yanında çıraklık yapan Şahin Asık aslında çocukluğundan beri Şen Sineması’na girip çıkıyor, küçük işlerin ucundan tutuyordu. 1993-94 yıllarında babasının sinemayı kapatma noktasına kadar gelip son anda vazgeçtiğini, yine aynı şekilde 1997 yılı civarında internet kafelerin açılmasıyla başlayan yeni krizde de sinemanın kapanmanın eşiğine geldiğini çok iyi hatırladığını söylüyor Şahin Asık.

DSLR makine_PNG.png

Şen Sineması

Fotoğraf: Yücel Tunca-2019

SES_PNG.png

Recep Canoğlu anlatıyor.

00:00 / 02:13
ESKİ VİDEO_PNG.png

Şen Sineması'nın bulunduğu sokağın ve giriş kısmının 2000 yılındaki görünümü.

Video: Fatma Dalay, Montaj: Yücel Tunca

Eski sinema çalışanlarından Bilge Aslanboğa, akrabası Şahin Asık'ın işe sahip çıkıp sinemayı ayakta tutmasından övgüyle söz ediyor:

“Bu sinemanın Ayhan dayıdan sonraki son veliaht prensi de Şahin. Son Mohikan! O ayakta tutmaya çalışıyor imparatorluğu ama halkı hain! İmparatorlarına sahip çıkmıyorlar. Ellerindeki telefonla konuşmaktan kalkıp bir sinemaya gitmiyorlar. Şimdi sen, çekil bir kenara, telefona gömül, ben çekileyim bir kenara... Sohbet mohbet de kalmaz. Kimileri de bilet alıp giriyor sinemaya, filmi seyretmek yerine telefonunda oyun oynuyor.”

SES_PNG.png

Bilge Aslanboğa anlatıyor.

00:00 / 01:24
Şen Sineması'nın farklı yıllara ait bilet koçanları. Fotoğraf: Yücel Tunca-2019
DSLR makine_PNG.png

Şen Sineması'nın farklı yıllara ait bilet koçanları.

Fotoğraf: Yücel Tunca-2019

Asık ailesi ile akrabalık bağı olan ve yıllar boyunca Bergama’nın neredeyse bütün sinemalarının biletlerini basan matbaacı Süleyman Canoğlu’nun eleştirilerini de dinleyelim:

“Kınık Garajı'nın karşısında Cavit'in yerini devralanlar, Ayhanlar... Onun oğlu Şahin, askerden yeni gelmişti. Ayhan benim amcamın kızı ile evli. Şahin bir gün geldi, ‘Süleyman dayı, biz yeni bir dizayn yaptık sinemaya.’ dedi. Seks filmlerinden sonra o sinemaya gitmek ayıp olmaya başlamıştı. ‘Ben bu tabuyu yıkacağım. İyi bir sinema yapacağım. Bak içeriyi tekrar dizayn ettik.’ dedi. O sıralarda da aşağıda yeni bir sinema açılmıştı. (Bergama’nın İzmir-Dikili çıkışındaki AVM'de açılan sinema; SineAtlas-YT) Orası da rakip olacak. Şahin atak bir çocuk. Temizlemiş, düzenlemiş, koltukları düzeltmiş. ‘Bana afiş yapacaksın, reklam yapacaksın, radyoda bağıracağız.’ falan dedi heyecanla.

“Seks filmlerinden sonra o sinemaya gitmek ayıp olmaya başlamıştı. 'Ben bu tabuyu yıkacağım. İyi bir sinema yapacağım. Bak içeriyi tekrar dizayn ettik' dedi."

Senin amacın ne?' diye sordum ilk olarak. ‘İnsanları yeniden sinemaya sokmak.’ dedi. ‘Oğlum,’ dedim ‘bak, senin sineman yağlı kara... İnsanları oraya sokman için senin çok iyi bir filmi getirip bir hafta bedava oynatman lazım. Orada gazoz mu satarsın, çay mı satarsın, leblebi mi satarsın bilemem... Ancak reklamını böyle yaparsın, önce insanları içeri sok.’ dedim. Pek ılımlı bakmadı. Neyse, dediği gibi reklam yaptık. En son, kaç para tuttu, 600 lira. Bir filmi, çok iyi bir filmi alsaydı, bir hafta oynatsaydı kaça mal olacaktı? Avantaya geçecekti. Sen üniversite talebelerine ücretsiz olarak, tanıtım maksadıyla yapsaydın illa o kaliteli filmden sonra içerideki dizaynı da görecekti. Belki o zaman bir şeyler olurdu. ‘Ah dayı!' dedi ‘Hata yaptım.’ dedi. ‘Oğlum,’ dedim ‘hata falan yapmamışsın, açtın ama insanlar o tabuyu yıkamadı. Sen bunu her an her zaman yapabilecek durumdasın. Değişen bir şey yok.’ dedim. Ama öyle kaldı.

Sinemayı özel kılacak bir şeyleri yapmaya devam etmek gerekiyor. Seyirci sayısı düştü deyip bir hamle yapmıyorsan, kapatacaksın. Piyasada tek kalırsan tehlikeli ama başkaları da varsa rekabet seni diri tutuyor.”

Şahin Asık. Fotoğraf: Yücel Tunca-2021
DSLR makine_PNG.png

Şahin Asık - Bergama 2021

Fotoğraf: Yücel Tunca

00:00 / 01:55

Şahin Asık da büyük zevk alarak başladığı sinemacılıktan bir türlü kopamadığını söylüyor:

“Ben makinistliği de babamdan baka baka öğrendim. Öğrenmek zorundasın, yok çünkü. Çalışacak adam da yok. Arıza olsa da yapacak kimse yok. Hepsini kendin öğrenip yapıyorsun. Babamın zamanında yedi tane eleman çalışıyormuş sadece bu sinemada. Ne iş yapar o kadar insan, onu da bilmiyorum. Yedi kişi ne yapacak burada? Sonraları bırakmaya başlamışlar işi. Bir elemanı vardı, o duruyordu ama ben askere gitmeden hemen önce o eleman da bıraktı. Ben de askere gidince yalnız kaldı babam. İşleri ben devraldıktan sonra da adamlar geldi geçtiler hep. Fazla durmadılar.

Bizim işler dönemsel. Mesela şimdi de iş yok. Azalıyor çıkıyor, hiç belli olmuyor. Seyirci ilk zamanlarda fazlaydı ama bilet ucuzdu; şimdi biletler daha pahalı ve gelen sayısı az. Topladığın para aynı yani. Şimdi zam yapsak yine düşer seyirci. Bilete biraz da ondan zam yapamıyoruz. Geçen haberlerde bile çıktı. Kriz mriz, bilmem ne... Bir sinemalar zam yapamamış. Bir zam yapmayan o...

“Mevsimler bile etkiliyor işimizi. Mesela şimdi zeytin zamanı. Kimseler yok o yüzden. Eylülde iyiydik ama sonra durdu. Sokaklarda bile insan yok şimdi."

Bazen boş geçiyor günler. Bugün mesela üç kişide, dört kişide kaldık. En fazla günde 10-15 kişiye oynatıyoruz. Ayda ortalama 500 kişi bile yoktur. Masrafını ödüyor, kirasını ödüyor... Yediğin içtiğin için kâr kalıyorsa kalıyor.

Bir de şunu söyleyeyim: 2014-15 gibi dijitale geçtik. Ondan sonra zevki de kaçtı, büyüsü de gitti film oynatmanın. Fakat yine de her gün umutla geliyoruz... Her şeyi denedik... Yenilikler yapmayı denedik. Koltukları değiştirdik komple. Tadilata girdik olduğu gibi. Sonra gelen müşteri de gelmemeye başladı. Niye öyleyse? Bilmiyorum artık. Rahat edemiyor belki de... Vizyon filmleri de oynadık... Gelmedi mi gelmiyor insanlar. Şu anda da oynuyoruz. Gene yok. Gerçi gelmiyor gelmiyor sonra birden geleceği tutuyor. Belli olmuyor. Her şey rakip bize. Eğlence sektörü, kahvehaneler rakip, kafeler rakip... Parklar bile rakip işte! Televizyon zaten öyle. Zaten cebinde de var, cep telefonu, o da rakip... Eskiden sinemalar birbirine rakipti şimdi değişti. Vakit geçirmek için... Canı sıkılacak da gelecek. Yapacak bir şey bulamayınca buraya gelecek. Akşamüzeri liseliler okuldan çıkıp gelecek, yaşlılar kahvede oturmaktan sıkılıp gelecek…

Mevsimler bile etkiliyor işimizi. Mesela şimdi zeytin zamanı. Kimseler yok o yüzden. Eylülde iyiydik ama sonra durdu. Sokaklarda bile insan yok şimdi. Her sene bu zamanlarda karar kara düşünüyoruz, bıraksak mı, diye. Cepten yiyoruz bu aylarda. İş olmuyor ama masraf devam ediyor.

İki-üç sene önce (2016-YT) yan tarafa bir de yazlık sinema yaptım. Buranın yazlığını... Babam da çok defa ‘Aç hadi!' dedi ama… Bir yaz boyunca açtım, çalıştırdım. Sonraki sene ‘Gelen giden yok ki, kime açacağım?' diye düşündüğüm için bir daha açamadım orayı. Ama belki seneye…”

Şahin Asık, Şen Sineması’nı her gün dört seans üzerinden gösterdiği, çoğunluğu ABD yapımı birinci ya da ikinci vizyon aşk, macera, fantastik ve erotik filmlerle ayakta tutmayı başarıyor. Onun bu çabasına tanık olduktan sonra daha başka neler yapılabilir, diye düşünmemek neredeyse olanaksız. Öte yandan bugün hem Türkiye’nin hem de dünyanın içinden geçtiği süreci göz önünde tutarak umut vaat eden bir çıkış yolu bulmak da pek kolay değil. Şahin Asık ve Şen Sineması ile birlikte filmleri döndürmeye devam eden Bergama’nın ikinci sineması SineGama işletmecileri umutla ve inatla salonlarını açık tutmaya devam ederken karamsar cümleler kurarak onlara karşı haksızlık yapmak da içimden gelmiyor doğrusu. Çok yönlü nedenlerden dolayı azalan seyirci sayısı ve dolayısı ile düşen gelirlerin karşısında hızla büyüyen giderleri karşılayabilmek, sinemaları ayakta tutup işletmeci olarak hayatta kalabilmek için ciddi biçimde donkişotluk yapmak, sinema sevdasıyla hafiften delirmiş -övünülecek bir delilik bu- olmak gerekiyor. (Metnin bu bölümü pandemi öncesinde yazılmıştır.). 

Şahin Asık. Fotoğraf: Yücel Tunca-2021
DSLR makine_PNG.png

Şahin Asık - Bergama 2021

Fotoğraf: Yücel Tunca

Şen Sineması

Fotoğraflar: Yücel Tunca-2019

DSLR makine_PNG.png

Turabey Mahallesi’ndeki, 208 ada ve 9. parselde, J18.B5.1139 koduyla ‘sinema-tiyatro’ yapısı olarak anılan Şen Sineması, Bergama Kentsel Kültür Varlıkları Envanteri’nde (2005) yer almayı her anlamda hak ediyor. Yanık Konak Sokak ile Zeytinli Dede Sokak’ın kesiştiği köşede, görkemli kâgir yapısıyla muhtemelen 100 yıldan uzun bir zamandır büyük ölçüde ayakta kalmayı başaran bina esasında yan yana yapılmış iki büyük kapalı bölüme sahipken Zeytinli Dede Türbesi’ne bitişik olan kısmın çatısının yakın geçmişte çökmesi ile farklı bir nitelik kazanmış durumda. Çatısı yıkılan kısım Şahin Asık’ın çabasıyla yazlık sinemaya dönüştürülmüş ve açılacağı günü bekliyor.

2016'nın yaz sezonu dışında bir daha seyircisini ağırlayamayan yazlık Şen Sineması'ndan görüntüler.

Fotoğraflar: Yücel Tunca-2019, Şahin Asık-2016

DSLR makine_PNG.png

Şen Sineması'nın yazlık ve kışlık bölümlerinin yer aldığı iki yapının arasında gişe, fuaye, tuvalet ve depo alanları var. Zeytinli Dede Sokak üzerindeki demirden yapılmış son derece mütevazi giriş kapısı sinemadan ziyade küçük bir dükkânın kapısını andırıyor. İçeri girildiğinde hemen solda, lambri ile kaplanmış gişe ve önündeki maviye boyalı turnike demirleri, görenlerin kaçınılmaz bir zaman yolculuğuna çıkmasını sağlıyor. Sağ tarafa ise birkaç basamakla çıkılan makine dairesi var. 2015 öncesine kadar, yani dijital projeksiyonla yapılan gösterimlere geçilmeden önce kullanılan cüsseli üç film makinesi halen yerlerinde duruyor ve iki odalı makine dairesinin küçük bir müze gibi görünmesine neden oluyor.

10-15 adımda geçilen avlunun sonunda Şen Sineması'nın büyülü deposuna ulaşılıyor. 

Giriş bölümünde, gişe ile makine dairesi arasında kalan lambri kaplı hol, vizyondaki ve gelecek programda gösterilecek filmlerin afişleri ile donatılmış. Ve nihayet bu holdeki iki kanatlı kapıdan geçildiğinde fuayeye ulaşılıyor. Fuayenin dört bir yanı da yine rengârenk film afişleriyle dolu. Bu afişlere bakarak Şen Sineması’nın film portföyünü hemen kavrayabiliyorsunuz. Floresan ile aydınlatılmış fuayenin sol tarafında sinemanın açıldığı ilk yıllardan bu yana neredeyse hiç bir değişikliğe uğramadığı anlaşılan ve atmosferin sıcaklığını sağlayan ahşap büfeden yağlı, tuzlu mısır patlağı ve kahve kokuları yayılıyor. Büfenin üstündeki küçük ekranlı televizyon, uzun çok uzun yıllar öncesinin gramofonunun yerini almış. Film başlayana kadar o küçük televizyonda anlatılanlara kulak kabartıyor seyirciler; belgesellerden kısa bölümler izliyorlar. Sağ tarafta salona açılan biri tek kanat, diğeri çift kanat iki kapı var. Çift kanatlı olandan sinema salonunun tam ortasına çıkılırken, diğerinden arka sıralara ulaşılıyor. Fuayenin solunda, büfenin hemen yanındaki kapı ise sinemanın yazlık kısmına açılıyor. Ayrıca iki kapı da girişin tam karşısında var. Biri tuvaletin kapısı. Hani şu, Osman Aga’nın yani Sinemacı Cavit’in babasının, aralarında büyük oğlunun da olduğu belediye memurları ile sorun yaşamasına sebep olan tuvalet. Onun yanı başındaki kapıdan önce dar uzun bir avluya çıkılıyor. Sinemacı Cavit’in bir dönem tavukları için kümes yaptığı yer burası. 10-15 adımda geçilen avlunun sonunda Şen Sineması’nın büyülü deposuna ulaşılıyor. Çatıyı taşıyan kütüklerin ve yosunlu kiremitlerin arasından yer yer gökyüzünün göründüğü deponun 7-8 metre yüksekliğindeki taş duvarları, artık taşımakta zorlandıkları devasa bir hafızayı koruyor gibi. Deponun içindeki ahşap ofis, Şahin Asık’ın ve geçmişte kim bilir başka kimlerin elinin değdiği film sarmakta, onarmakta, parça koyup parça çıkarmakta kullanılan bir bobinet; onun üzerinde durduğu bir çalışma masası; yıpranmış bir sedir; eski ama çalışan bir televizyon ve daha başka binlerce irili ufaklı objeyle dolu. Biraz önce bahsettiğim o devasa hafızanın somut birikimleri ahşap ofisin hemen arkasındaki alanda duruyor. Eski sinema makinelerinin belki de en güzeli burada dinlenmeye bırakılmış. Toz ve örümcek ağları ile kaplanmış makinenin döndürdüğü film bobinleri hemen arkasındaki raflara istiflenmiş. Metal kutuların içinde korunan onlarca, belki de yüzlerce 35 mm’lik filmin elle yazılmış etiketlerini tek tek okumaktan alıkoyamıyor insan kendini. Filmlerin yan ve karşı duvarındaki raflara ise yıllar boyunca gösterilmiş filmlerin afişleri üçe katlanarak, üst üste yerleştirilmiş. Şahin Asık bütün bunları gösterirken kendi kendine kızıp söyleniyor. Depoyu temizleyip, güzelce düzenlemek için bir türlü zaman bulamamasından, hep bir şeylerin araya girmesinden yakınıyor.

Şen Sineması'nın kapısında filmin başlamasını bekleyenler. Fotoğraflar: Yücel Tunca-2019

DSLR makine_PNG.png
Şen Sineması'nın işletmecisi Şahin Asık, sinemanın her türlü sorunuyla bizzat ilgileniyor. Fotoğraf: Yücel Tunca-2019

Şen Sineması'nın işletmecisi Şahin Asık, sinemanın giriş bölümünde, makine dairesine çıkan merdivenlerin önündeki su saatini kontrol ediyor. 

Fotoğraf: Yücel Tunca-2019

DSLR makine_PNG.png

Şen Sineması'nın makine dairesinden ve fuayesinden görüntüler. 

Fotoğraflar: Yücel Tunca-2019

DSLR makine_PNG.png

Birazdan içinde dolaşacağımız sinema salonunu klimalar ve ısıtma sistemi kurulmadan önce yıllar boyunca ısıtan sobayı da gördükten sonra depodan fuayeye, oradan da çift kanatlı kapıyı açıp salona geçiyoruz. Birisi çivit mavi olmak üzere iki tonda maviye boyanmış salonda eski ahşap koltuklar ile yeni nesil açılır kapanır kırmızı kumaş kaplı koltuklar bir arada duruyor. Ön kısım ahşap koltuklara, ortadan itibaren arkaya kadar olan kısım da kırmızı koltuklara ayrılmış. İlk olarak bir yere ilişip sessizlik içinde öylece durmak, her bir ayrıntıya tek tek bakmak istiyorum.

Şen Sineması'nın deposundan  görüntüler. 

Fotoğraflar: Yücel Tunca-2019

DSLR makine_PNG.png

Tavanı boydan boya kaplayan ve akustiği makul biçimde düzenleyen mavi kumaşın, duvarlara diklemesine yerleştirilmiş floresanların ve sarı ampullü apliklerin yaydığı ışıkla aldığı renk hüzün ve coşku arasında tarifi mümkün olmayan duygular oluşmasına sebep oluyor. Başımın üzerinde ağır ağır dönen pervanenin belli belirsiz uğultusuna fuayedeki televizyonun sesi karışıyor. Dışarıdaki amansız sıcağa rağmen içerideki klimalara da, aslında etkisiz eleman olduğunun farkındalığıyla biçare dönüp duran pervaneye de hiç ihtiyaç yok bu taş duvarlar arasında.

Büyük şehirlerin kırmızı kadifeden ya da eski Kermes Sineması’nın sarı satenden yapılmış perdeleri gibi bir perdesi yok Şen Sineması’nın. Film başlarken perdenin açılma seremonisini yaşayamıyor izleyiciler fakat üzerinde filmin oynadığı beyaz perdeyi çevreleyen renkli ve yanıp sönen ışıklar birazdan içinde kaybolacağımız hayal âleminin ilk işaretlerini veriyor zaten. Ve

Dışarıdaki amansız sıcağa rağmen içerideki klimalara da, aslında etkisiz eleman olduğunun farkındalığıyla biçare dönüp duran pervaneye de hiç ihtiyaç yok bu taş duvarlar arasında.

çok geçmeden floresanları ve aplikleri kapatıyor Şahin Asık. Sadece perdenin etrafındaki bir kısmı led, bir kısmı klasik renkli ampul olan ışıklar açık kalıyor. Perdede önce o malumunuz meşhur aslan kükrüyor, kısa süre sonra da parlak yıldızlar bir dağın doruğuna doğru akıp gidiyor.

 

Şimdi susalım artık, film başlıyor!

Şen Sineması'ndaki film gösterimlerinden...

Fotoğraflar: Yücel Tunca-2019

DSLR makine_PNG.png

Yaklaşık iki saatin sonunda ışıklar yeniden açılıp gerçek dünyadaki bu büyülü mekânda kendime geldiğimde hemen makine dairesine koşup Şahin Asık’a, ayda bir kez bizim seçeceğimiz bir filmi gösterip göstermeyeceğini soruyorum. Tereddüt etmeden, ‘Olur tabii!' diyor. 2019 yılı boyunca yaz ayları hariç harika bir seriye başlıyoruz birlikte. Sarı Denizaltı Sanat İnisiyatifi olarak fotoğrafçılıkla ilgili kurmaca filmlerin en etkileyici olanlarından, akıllarda en çok kalanlardan yaptığımız seçkiyi Şahin Asık çarşamba akşamları perdeye yansıtıyor. Bergama’daki sinemasever dostlarımızla biraz erkence buluşup Şen Sineması’nın yolunu tutuyoruz gösterimin yapılacağı akşamlarda. Sinema önünde başlayan güzel sohbetler, biletlerimizi aldıktan sonra fuayede mısır yiyerek, çay kahve içerek film başlayana kadar devam ediyor. Her filmin sonunda bir ay sonra yeniden buluşmak üzere sözleşip Şahin’e teşekkür ediyoruz bize bu mutluluğu yaşattığı için.

KENTLEŞEN BERGAMA'NIN

YENİ NESİL SİNEMALARI

AVM Sinemaları

2002 yılında, Türkiye’nin sadece siyasi hayatını değil ekonomik ve sosyal hayatını biçimlendirecek; daha önce görülmemiş derece çevresel ve insani krizlere neden olacak; uluslararası alanda karmaşık ittifaklar oluşturarak riskli politikalar izleyecek; ilk dönemlerindeki toplumsal uzlaşıya yakın duran tutumunu bir süre sonra terk edip aslına rücu edecek; 15 Temmuz 2016’daki son askeri darbe teşebbüsünden güçlenerek çıkacak; adı kayyumlarla, yurt içi ve yurt dışında kalkıştığı askeri operasyonlarla anılacak; özgürlüklerin sınırlandığı, muhaliflerin baskı altında tutulduğu bir dönemin yaratıcısı olacak olan AKP, merkez sağdan, siyasi İslam’ın çeşitli paydaşlarına kadar geniş kapsamlı bir iş birliği ile iktidarı elde etmişti. 12 Eylül 1980’de askeri müdahale ile yok edilen haklar bu yeni dönemde siyasi kararlar neticesinde yasal görünümde yeniden ve eskisine oranla çok daha büyük ölçüde tırpanlanacak, parlamenter sistem değiştirilerek adına Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi denilen ‘yerli ve milli’ bir başkanlık sistemine geçilecekti.

MUSIC_PNG.png

Impulses - 10 Outro

Serkan L. Karaman

00:00 / 01:28

Şen Sineması'nın ve kapanmış olan diğer sinemaların afişlikleri.

Fotoğraflar: Yücel Tunca-2020

DSLR makine_PNG.png
Şen Sineması'nın ve kapanmış durumda olan diğer sinemaların afişlikleri. Fotoğraf: Yücel Tunca-2020
Sine Atlas sineması kapanmadan önce gösterimdeki son filmlerin afişleri halen duruyor. Fotoğraf: Yücel Tunca-2020

Dünyanın dijital çağı yaşamaya başladığı, kapitalizmin her zamankinden daha ağır krizler yaratarak yoksullaşmayı ve yozlaşmayı arttırdığı, gerçekliğin üzerinin sanal bir dünya ile örtülmeye çalışıldığı 2000’li yıllarda Bergama yeni çağın olumsuz etkilerinden korunabiliyor gibi görünse de aslında büyük bir değişim yaşamaya başlamıştı. Kasaba kimliğinden sıyrılarak, uzaktan bakıldığında olumlu bir değişim gibi görülebilecek kentli kimliğine bürünmeye çalışan Dünya Mirası Bergama, kültürünü borçlu olduğu tarımsal üretim ilişkilerinden ve sosyolojik alt yapıdan uzaklaşırken, bu alandaki ekonomik kayıplarını sanayileşmeyle telafi etme hayalleri kuruyordu. Bergamalılar, topraklarının, sularının, havalarının altın madenlerine, taş ocaklarına kurban edildiğini, enerji şirketlerinin yatırımları için tarım alanlarının yağmalandığını görüyor fakat yine de geleceği hesaba katmayan sanayi yatırımlarına son hız devam etme sözü veren politikaları, ellerinde kalan son demokratik haklarından biri olan oylarıyla desteklemeye devam ediyorlardı.

Beraberinde büyük ve geri dönüşü mümkün olmayan felaketler getiren değişim rüzgârları altında gündelik hayatın olağan seyrinin sürdüğü Bergama’da sinema deneyimleri de kaçınılmaz bir değişim yaşıyordu.

TLR makine_PNG.png

Bergama'nın 2009 yılında açılan ilk AVM'si Park Bergama'nın bünyesinde 2010 yılında Sine Atlas adında bir sinema faaliyet geçmişti. Fotoğraflar: Hüseyin Paksoy arşivi

Eski Yahudi Mahallesi’ndeki Şen Sineması, Bergama’nın toplumsal ve kültürel hayatının belirleyicilerinden olan tüm eski sinemaların son temsilcisi olarak faaliyetine devam ederken, yeni nesil sinema salonlarının öncüsü denilebilecek Şükrü Uyar’ın Kermes Sinemaları 2004-2005 yıllarında kapanmış, 2009 yılında ise Paksoy ailesi tarafından, Paksoy Group bünyesinde Park Bergama adıyla açılan Bergama’nın ilk AVM’si halkta yeni bir sinema beklentisi yaratmıştı. AVM’nin sahibi Hüseyin Paksoy o süreci şöyle anlatıyor:

DSLR makine_PNG.png

Hüseyin Paksoy - Bergama 2021

Fotoğraf: Yücel Tunca

“Park Bergama’yı açtığımızda her on kişiden onu da ‘Sinema istiyoruz!’, diyordu bize. Başta böyle bir planlamamız olmadığı halde bir sinema salonu oluşturduk. İzmir’den Hollywood sinemalarının sahibi Levent Tüfekçi salonun koltuklarını imal etti. Edremit’teki İde Park AVM’deki Sine Atlas’ın işletmecileri ile anlaştık. 2010 yılında faaliyete geçti sinema. Altı yıl çalıştı. Fakat Bergama merkezindeki Bergama Kültür Merkezi, içinde bir de sinema olacak biçimde açılınca buradaki sinemanın durumu zorlaştı. Aynı dönemde İde Park da iflas edince işletmeciler sektörden soğudu. Kapatmaya karar verdiler ve bize önerdiler, ‘Siz işletin.’ dediler. Hiç bilmediğimiz bir iş kolu olduğu için yanaşmadık, istemedik. Zaten yaz aylarında kimse sinemaya gelmiyordu. Diğer zamanlarda da AVM’nin sinema seanslarına göre ayarlanmış saat başlarında çalışan servisleri olmasına rağmen uzaklık nedeniyle pek randıman alınamıyordu. Sinema bir süre kapalı kaldı. Sonra salonun başlangıçtaki iç düzenlemesini yapan Levent Tüfekçi 2017’de gelip bir yıl kadar Hollywood Bergama adıyla işletti. O da Mayıs 2018'de ‘Olmuyor!' diyerek bıraktı. Sinema kapanınca AVM’deki hareketlilik de azaldı ve mağazalar da kapanmaya başladı.

“Park Bergama'yı açtığımızda her on kişiden onu da 'Sinema istiyoruz!' diyordu bize."

Son olarak da 2019 Ekim’inde Manisalı Reklamcı Erol olarak bilinen Erol Nart ile görüştük. Onun sinema işletme tecrübesi vardı zaten. 2019’un Kasım ayında yeni düzenlemeler yaparak Sinerol adıyla açtı. Fakat üç ay sürdü sürmedi; Ocak 2020’de o da kapatınca, biz de sinema salonunu iptal ettik ve ilk zamanlardaki gibi mağazaya çevirdik. Şimdi mobilya mağazası olarak kullanıyoruz.”

SES_PNG.png

Sevet Ağırkaya anlatıyor.

00:00 / 02:11

Bergama’nın dış çeperinde, İzmir-Dikili yol ayrımına yakın Bahçelievler Mahallesi’ndeki 100, 86 ve 55 kişilik üç salonlu Sine Atlas (Bergama Atlas)’ı, sinemanın ilk döneminde makinistliğini yapan Servet Ağırkaya da şöyle anlatıyor:

“Üç yıl Bergama Belediyesi’nde çalışmıştım. Belediyeden ayrılınca, 2009 yılında, bir arkadaşımın eleman eksikliğinden dolayı kendilerine yardım edecek birilerini aradığını duydum ve onlarla çalışmaya başladım. Fakat yaz dönemi geldiğinde işler duruyordu. O yüzden iki-üç aylık bir boşluk olmuştu. Edremit'teki Sine Atlas'ta çalışmaya başladım o zaman. Film makineleri eskiydi. Ben o eski makinelerle başladım çalışmaya. Akıner Usta diye bir ustamız vardı, ondan öğrendim makineyi kullanmayı. Çok iyi bir insandı. Sabahları gelirken hiç eli boş gelmezdi. Bir tepsi poğaça, böreklerle beraber gelirdi. İki ay bir kurs gördüm onun yanında. Eski makineleri kullanırken sık sık arıza yaparlardı. O makinelerin altında sac demirler vardır. Yağlanırlardı. Bir seferinde makine üstüme devrildi. Ölebilirdim! Omuzuma çarpıp direk aşağıya düştü. Bir de çok gürültülü çalışırdı o makineler, makine dairesinde birbirimizi duyamazdık. Bobin film göstermek de zahmetliydi. Bobinleri geri sarmak için kollu sistemle uzun uzun uğraşırdık. Yetiştirme telaşıyla hızla çevirir durursun kolu... Eski makinelerin başında sürekli durman gerekiyordu. Ya film kopacak ya film yanacak diye... Aşırı sıcak oluyordu bir de. Klima ile sürekli soğutmak zorundaydın. 2000 watt lamba vardı içlerinde. Lamba sıcaklığından film yanıyordu mesela. Sık sık arıza olunca seyirciler tepki gösteriyorlardı o zamanlar. Ama ben Akıner Usta'dan o makinelerin çoğu şeyini öğrendim. Bir problem olduğunda kendim çoğunu yapabiliyordum.”

TLR makine_PNG.png

Sine Atlas ve sonrasında Hollywood Bergama adıyla işletilen Park Bergama AVM'deki sinemadan görüntüler. Fotoğraflar: Park Bergama AVM-sosyal medya hesabı

Söz eski film makinelerinden açılmışken makinist Halit Zorel’den, o zorlu makinelerin çalışması ile ilgili anlattıklarını da aktaralım:

“BerKM'de üst kattaki fuayede Iskra marka bir makine var, kenarda süs olarak duruyor. Benim ilk kullandığım o model bir makineydi. Bu o değil ama. Bunu Kınık'ta bir sinemadan getirdiler. Lambalıdır o makineler. Bizim kullandığımız makineler ondan öncekilerdendi, kömürlüydüler. Kolları vardı, kömürleri ayarlı bir şekilde ışığı versin diyerekten... Bazen kömür bir kayardı. Millet aşağıdan bağırırdı, ‘Makinist! Görüntü söndü!' diyerek bağırırlardı. 

Sine Atlas (Bergama Atlas Sineması) giriş bileti. 2015
TLR makine_PNG.png

Sine Atlas (Bergama Atlas Sineması) giriş bileti. 2015  (Fotoğraf: Park Bergama AVM-sosyal medya hesabı

Kömür kayınca ışık olmazdı... Kalem gibi uzun uzun ince kömürler... İki çubuk halinde... Makinenin ark dediğimiz boşluğu vardır. Maşalar vardır orada. O maşalara kömürler konur, onlar yana yana ışık verir. Mesela filme ara verildiğinde, bobinlerden biri de bitmiş olurdu. Bobin değişirken kömürlerin de değişmesi gerekiyordu. Sürekli başında olman lazımdı o yüzden makinenin. Arkta bir güneş camı vardı, simsiyah, ancak o camdan ışığı görebilirsin. Onlar yanarken bakamazsın başka türlü. Gözlerini kör eder insanın. O camdan bakardık. Kömür azaldıkça sahnedeki ışık da azalmaya başlardı. Oradan anlardın kömürün azaldığını, kolları yavaş yavaş sıkarak kömür uçlarını yaklaştırırdın birbirine. Sürekli temas halinde olacak o kömür

çubuklar. Bir yandan filmin akışını görüyorsun, bir yandan gözün kömürlerde... Bir yandan da o makine dairesinde delikten sahneye bakıyorsun ki sahnenin köşelerinde kararma var mı, diye... 5 dakika fazladan bir şey düşünemezsin. Tamamen kendini adapte ediyorsun. Oraya girdin mi robot gibisin.

 

Askere 1980'de gittim. 12 Eylül'de askerdeydim. Askerlik öncesinde Güven Sineması'nda makine dairesine girmeye başladım. Bonservisimi çıkarmıştık. Şimdiki ehliyet, lisans dediğimiz şey, bonservisti yani. Sinemanın sahibi Beytullah Abi'nin sigortalı göstermesi için herkesin ne iş yaptığını belirtmesi gerekiyordu. Bana da bonservisi o tavsiye etti. İzmir'den bonservisimi aldıktan sonra 3 yıl çalıştım. Daha öncesinde yardımcı makinist gibi çalışıyordum. İzmir'de Basmane’de Yıldız Sineması vardı. Onun sahibi sınava giriyordu hoca olarak. Makine dairesinde film nasıl hazırlanır, nasıl kontrol edilir filan gibi sorular soruyordu. Önünde bir kâğıt, adayların verdiği cevapları yazardı. Günübirlikti, alicengiz hesabı hemen günübirlik ‘Sen başarılısın, sen başarılı değilsin.’ diyerek hemen orada bonservisi hazırlardı. Eski kimlikler gibi bir belgeydi. Elle mühür gibi bir şeyi vurur, imzalar, ‘Hadi hayırlı olsun!’ derdi; alır belgeyi giderdik.”

“Askere 1980'de gittim. 12 Eylül'de askerdeydim. Askerlik öncesinde Güven Sineması'nda makine dairesine girmeye başlamıştım. Bonservisimi çıkarmıştık. "

DSLR makine_PNG.png

Halit Zorel - Bergama 2021

Fotoğraf: Yücel Tunca

Günümüz sinemalarında eski film makinelerine göre daha kolay bir çalışma sistemine sahip dijital projeksiyonların kullanıldığını söyleyen Servet Ağırkaya’nın anlattıklarına kulak vermeye devam edelim:

“2013-2014 civarında dijitale geçmeye başlamıştık. O aralar hem dijital hem 35 mm oynatabiliyorduk. Dijital makinalarda arıza istisnadır. Yine de olursa bizim yapabileceğimiz şeyleri yapıyoruz, yapamadıklarımız için dışarıdan müdahale ediliyor. İnternetten, uzaktan müdahale edilebiliyor. Artık arıza olduğunda seyirci de pek bir tepki göstermiyor açıkçası.

“Sine Atlas Bergama'ya biraz uzak kalan bir sinemaydı. Ben bile gidip gelirken servisle de olsa zorlanıyordum. "

Bergama’daki Sine Atlas’ın makinisti işten ayrılacağı için, bana ‘Tekrar Bergama'ya gelir misin?’ dediler. Edremit, Bergama derken altı yılım geçti Sine Atlas'larda. 2009’un sonu, 2010'un başı gibi açılmıştı Bergama'daki Sine Atlas. Ben de 2009'un eylülü gibi Edremit'te başlayıp, iki-üç ay kadar sonra buraya geldim. Akıner Usta dışında iyi kötü tanıdığım başka makinistler de oldu. Egoistlik de var makinistler arasında. O onu sevmez, o ötekini sevmez, o bunu yanlış yaptı, bu bunu yanlış yaptı gibilerinden...

Sine Atlas’ın işletmecileri Taner Erkin ile Pınar Erkin’di. Balıkesir, Edremitli idi onlar. Sinemada üç salon vardı. Vizyon filmler geliyordu. Şen Sineması'nı saymazsak, Bergama'daki tek sinema sayılırdı. Bir boşluk oluşmuştu sinemaların çoğu kapandıktan sonra. İnsanlar bu uzun süreli boşluğun ardından çok geliyorlardı. Benim başladığım sezonda bayağı bir yoğunluk vardı. Kış sezonları özellikle yoğun geçiyordu. 7-8 aylık dönem yoğun oluyordu. Yazın zaten insanlar dışarıda gezmek istiyor. Çok nadirdi insanların yazlıklardan gelip sinemaya gitmeleri.

Sine Atlas Bergama’ya biraz uzak kalan bir sinemaydı. Ben bile gidip gelirken servisle de olsa zorlanıyordum. Yemek yiyeceksin, o bile sorun oluyordu. Seyirciler için de öyle…

İşletmecileri Sine Atlas’ı 2017 gibi İzmir'den Levent Tüfekçi'ye devrettiler. Galiba İzmir'de Gaziemir’de ve bir de Salihli'de sinemaları varmış. Devir sırasında ‘Ben artık çalışmak istemiyorum.’ dedim.  O sıralarda Bergama Kültür Merkezi açılıyordu. İçinde de bu sinema (Sine Gama-YT) vardı. Sinemanın işletmecileri Sertaç Bey ve Gökhan Bey ile tanıştım, buraya geldim. Üç yılı aşkındır da, açıldığından beri buradayım.

Taner Erkin ve Pınar Erkin Edremit'teki sinemayı da bırakmışlar diye duydum.”

2016 yılında halk gününde 7 TL’ye film izlenebilen Sine Atlas reklamlarında "En geniş film arşivi, fazla seans seçeneği, en kaliteli ses sistemi ve rahat koltuklar"a vurgu yaparak izleyici toplamaya çalışıyor, vizyondaki filmleri getiriyor olmakla övünüyordu. Sine Atlas 2017 yılında, hemen bitişiğindeki Olympos Alışveriş Merkezi’nde çıkan büyük yangını fazla bir zarar görmeden atlatmış ancak tüm reklamlara rağmen iyice azalan izleyici sayısı nedeniyle kapanmıştı.

Sine Atlas'ın kuruluşu sırasında iç donanımı sağlayan Levent Tüfekçi, 2017 yılında devraldığı sinemanın adını Hollywood Bergama olarak değiştirdi ve bir süre işletti. Ancak yaklaşık bir yıllık süreçte izleyici kapasitesi arttırılamadığı için Hollywood Bergama da 2018'de kapandı.

Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu. 2019
TLR makine_PNG.png

Cep Herkülü: Naim

Süleymanoğlu

2019

Ayı Kardeşler: Zamanda Yolculuk
TLR makine_PNG.png

Ayı Kardeşler:

Zamanda Yolculuk

2019

Sinerol Sinemaları'nın açılış duyurusu. 2019
TLR makine_PNG.png

Sinerol'ün açılış duyurusu. 2019

Mucize 2: Aşk
TLR makine_PNG.png

Mucize 2: Aşk

2019

Karlar Ülkesi II
TLR makine_PNG.png

Karlar Ülkesi II

2019

2019’un Eylül ayında Hollywood Bergama’nın yerinde yeni bir sinemanın açılışa hazırlandığı haberleri duyulmaya başlandı Bergama’da. Manisa’da da aynı isimle bir sineması olan yeni işletmecinin bir yıldan fazla bir süre boyunca kapalı kalan salonları elden geçirip Sinerol Sinemaları adıyla yeniden açmak üzere ilanlar vermeye başlaması ekim ayının ortasını bulacaktı. Cep Herkülü: Naim Süleymanoğlu, Ayı Kardeşler: Zamanda Yolculuk, Mucize 2: Aşk, Karlar Ülkesi 2 gibi yetişkinlere ve çocuklara yönelik vizyon filmlerini perdelerine taşıyan Sinerol Sinemaları’nın ömrü tahmin bile edilemeyecek kadar kısa olacak, üç salonlu sinema yaklaşık 100 gün açık kalıp 2020’nin ilk ayında sessiz sedasız kapanacaktı.

BERGAMA KÜLTÜR MERKEZİ'NDE MODERN BİR SİNEMA: SİNEGAMA

SineGama

Sinerol Sinemaları’nın kapanmasıyla Bergama’daki sinema sayısı yeniden ikiye düşmüştü: Şen Sineması ve Bergama Kültür Merkezi (BerKM)’ndeki SineGama.

1927 tarihli "Türkiye Salon ve İlanat Gazetesi"nin Bergama ekinde "Türk Ocağı karşısında asri bir memleket tiyatrosu ve sinema salonu inşa edilecek ve etrafına beton mağazalar yapılacaktır." şeklinde bir vaadin yayınlandığından daha önce bahsetmiştim. 90 yıl içinde unutulup giden bu proje 2009-2019 yılları arasında iki dönem Bergama Belediye Başkanlığı yapan Mehmet Gönenç zamanında kentin farklı bir bölgesinde, eski Bergama Otogarı arazisi üzerinde hayata geçirilecekti. Ağa Han ödüllü mimar Emre Arolat’ın imzasını taşıyan yapının 2013 yılında başlayan inşaat çalışmaları bir takım sorunlar nedeniyle uzayacak ve ancak 2016 yılında tamamlanabilecekti. 8 Ekim’de İdil Biret konseri ile açılan BerKM, Bergama’nın kasaba atmosferinden sıyrılmasına, kent kimliğinin kültürel ve sanatsal bakımdan zenginleşmesine büyük katkı sağlayacaktı.

BerKM’nin yapıldığı alanda uzun yıllar hizmet veren belediye garajının yanındaki itfaiye binasının üst katında Çılgınlar Orkestrası’nın prova yaptığı, Bergama’daki düğünlerin bir kısmının gerçekleştiği Belediye Düğün Salonu, daha önce de belirttiğimiz gibi Sefa Taşkın’ın belediye başkanlığı döneminde isim değiştirerek Bergama Belediyesi Düğün ve Sinema Salonu adını almıştı. Kermes Festivali’nin yapıldığı günlerde film gösterimlerinin ve Yeşilçam’dan gelen konuklar ile söyleşilerin düzenlendiği mekân uzun ömürlü olmamıştı. Fakat garaj ve itfaiye binası yıkıldıktan sonra yerlerine yapılan BerKM’nin üst katındaki iki salonlu sinemada, geçmişin sinema ruhu, Kovid-19 pandemisi başlayana kadar dört yıl boyunca yaşatılmaya çalışılacaktı.

MUSIC_PNG.png

Between Orient and Occident - 11 Within four Walls

Serkan L. Karaman

00:00 / 06:25
Bergama Kültür Merkezi'nin üst katındaki iki salonlu Sine Gama'nın fuayesi. Fotoğraf: Yücel Tunca-2019
BergSine Gama'nın 1 numaralı salonunun girişi. Fotoğraf: Yücel Tunca-2019

Bergama Kültür Merkezi'nin ikinci katındaki Sine Gama'nın fuayesi ve 1 numaralı salonun girişi.

Fotoğraflar: Yücel Tunca-2019

DSLR makine_PNG.png

Günümüz Bergama’sının merkez bölgesinde açılan BerKM, 344 kişilik çok amaçlı salonu, arkeoloji alanında yetkinleşmiş araştırma kütüphanesi, yapıyı çevreleyen dükkân ve otoparkı ile iki katlı olarak inşa edilmişti. Üst katta iki salonlu kapalı sinema ile bir açık hava sineması bulunmaktaydı. Yazlık sinema dışındaki iki salonun işletmecisini belirlemek üzere açılan ihaleyi, Gökhan Güzeler ile Sertaç Özdalkıran almıştı. SineGama’nın 20 Ocak 2017’de dönemin Belediye Başkanı Mehmet Gönenç’in de katıldığı törenle yapılan açılışı ertesi günün internet üzerinden yayın yapan gazetelerinde şöyle haberleştirilmişti:

“SİNEGAMA adlı Sinema'nın İlçenin genç işletmecilerinden Sertaç Dalkıran ve ortağı Gökhan Güzeler tarafından Bergamalı sinemaseverlerin hizmetine sunularak bir birinden güzel filmlerle Sinema sevgisi Bergama'da 40 yıl öncesi olduğu gibi yeniden yaşatılmaya çalışılacak.

Bizim çocukluk yıllarımızda geçmişi yaşayanların çok iyi bildikleri gibi Bergama'da eski yıllarda 6-7 sinema ile Ege'nin sinema şehri ünvanı gerçekten Bergama olmuştur. Yazlık sinemaları ayrı, kışlık sinema salonları ayrı olarak halka hizmet verirdi. Bergamalılar ise sanata ve sinemaya olan düşkünlüklerini bir günde veya gecede iki sinemaya giderek gösterirlerdi.

Aynı heyecan dün yine Bergama’da yaşandı. Bergamalıların SİNEGAMAnın açılışına olan ilgisi gerçekten görülmeye değerdi. SİNEGAMAya sinemaseverlerin bu yoğun ilgisi hiç de şaşırtıcı değildi. Çünkü Bergama sinema sanatın en iyi yaşatıldığı bir ilçeydi. Bu günümüzde ise modern sinemacılık ile aynı hizmetin verilmesi demek anlamına geliyordu.”

“BerKM'nin olduğu yer eskiden garajdı. Ailem orada otobüs işletmeciliği yapıyordu. İzmir-Bergama... O garaj yıkıldı, yerine kültür merkezi planlaması yapıldı."

Sertaç Özdalkıran, SineGama’nın kuruluş sürecini şöyle anlatıyor:

“BerKM'nin olduğu yer eskiden garajdı. Ailem orada otobüs işletmeciliği yapıyordu. İzmir-Bergama... O garaj yıkıldı, yerine kültür merkezi planlaması yapıldı. Müteahhit ile sıkıntılar yaşandı, süreç biraz uzadı. Ertelendi. İhale tekrarlandı. Normalde daha önce açılacaktı ancak uzadı. O arada Gökhan ile görüşüyorduk. ‘Böyle bir şey olduğunda değerlendirelim.’ diyorduk. Ben bir altyapı çalışması yaptım o arada. İş uzayınca beklemeye geçtik. Tekrar hareketlenince ihale haberi çıktı. ‘Tekrar düşünür müsün?’ dedik birbirimize. Derken işin içinde bulduk kendimizi. İhaleye benimle beraber üç kişi girmişti. Bir diğer firma Park Bergama'daki sinemanın (Sine Atlas-YT) işletmecileriydi. Bir de dışarıdan biri vardı. Bizde kaldı ihale.

İlk etapta biraz sıkıntılar yaşadık. Çünkü sinema salonunun uyarlaması yapılırken inşaatın müteahhit firması çok farklı uygulamalar yapmıştı. Perde çok küçüktü mesela. Biz onların hepsini değiştirdik. Koltukları değiştirdik. Kör perdeler yaptık, biraz daha büyüttük perdeyi. Konferans koltuğu gibi koltuklar vardı, sinema koltuğu değildi, onları değiştirdik. Yüklenici firma aldıkları donelere göre yapmış. Biraz sıkıntı yaşadık o yüzden. Daha da güzel oldu tabii değişiklikleri yapınca. Sinema salonuna dönmüş oldu içerisi. Oldukça iyi bir ses sistemi kurduk. Kurduğumuz sistem bu ufak salona hayli hayli fazla oldu. Hem ses kalitesi, hem görüntü kalitemize güveniyoruz açıkçası. 2K görüntü kalitesi var. Zaten 4K çıkan film sayısı da oldukça az.

SineGama'nın iki salonundan 2 numaralı salonun içi. Fotoğraf: Yücel Tunca-2019
SineGama'nın iki salonundan 2 numaralı salonun içi. Fotoğraf: Yücel Tunca-2019

SineGama'nın 61 ve 63 kişilik iki salonu bulunuyor.

Fotoğraflar: Yücel Tunca-2019

DSLR makine_PNG.png

Böylece üç-dört yıldır devam ediyoruz. Hala bazı çözülemeyen sorunlar var tabii. İki salon arasındaki yalıtım yetersiz olabilir. Bir salonda aksiyon filmi varken ses diğer salona geçebiliyor. Ama bu da bizden kaynaklanan bir şey değil. Çivi çakamıyoruz salona. Mimarlık firması ile yapılan sözleşmeler gereği her şey için izin almamız gerekiyor. Bergama'da büyük bir güzellik oldu esasında bu sinema. Diğeri şehir dışında kalıyordu ve insanları yoruyordu. Bu şehrin merkezinde. Yürüyüş mesafesinde. Herkesin ulaşabileceği bir yerde. Kültür Merkezi'nin biraz daha hareketli olmasını sağlıyor aynı zamanda. Canlanmasına yardımcı oldu. Bize bu yönde güzel tepkiler geliyor.”

SineGama'nın makinisti Servet Ağırkaya, sinemanın dijital sisteme sahip makine dairesinde... 

Fotoğraflar: Yücel Tunca-2019

DSLR makine_PNG.png

SineAtlas’tan ayrıldıktan sonra BerKM’de açılan SineGama’da makinistliğe devam eden Servet Ağırkaya da sinemanın Bergama’nın yeni merkezinde olmasının avantajlarından bahsediyor ve çalışma koşulları ile izleyici profili konusunda düşüncelerini anlatıyor:

“Ben burasının tek makinistiyim. İzinli olduğum zaman idare edebilecek kadar buradaki arkadaşlara öğrettim işi. Haftada bir gün izin kullandığımda onlar idare ediyor. 11.30-12.00 gibi geliyorum, akşam da 23.30 gibi kapatıp gidiyorum. 12 saat kadar çalışıyorum. Günde beş seansımız var. Özellikle hafta sonları filmin gişesine bağlı olarak çok yoğun olabiliyor işimiz. Burası çarşının içinde olduğu için daha kolay geliyor insanlar. Gelip gitmek daha rahat. Hem bizim için hem de seyirciler için… SineAtlas’taki mesafe problemini burada yaşamıyoruz.

“Ben burasının tek makinistiyim. İzinli olduğum zaman idare edebilecek kadar buradaki arkadaşlara öğrettim işi."

Recep İvedik. 2008
TLR makine_PNG.png

Recep İvedik

2008

Burada gösterilen her film kendine has bir seyirci grubu tarafından seyrediliyor. Recep İvedik izleyicisi ile Cem Yılmaz izleyicisi birbirinden farklı oluyor. Filme gelen insanlarla filmlerin özellikleri bayağı uyuşuyor. Kimi izleyicilerin evde oturup film izler gibi izlemeleri, filmin kritiğini yüksek sesle yapmaları dışında fazla bir sorun yaşamıyoruz.”

Genç sinema izleyicileri de genel olarak BerKM’deki SineGama’dan hoşnut olduklarını dile getiriyorlar. Fakat izlemek istedikleri bazı filmlerin buraya gelmemesine üzüldüklerini de söylüyorlar. Buse Atalayın film seçiminden, filmleri sinemada seyretmeyi neden tercih ettiğine kadar birçok konudaki düşüncelerini şöyle aktarıyor:

“Kendime iyi bir sinema izleyicisiyim, diyebilirim. Bayağı gitmeye çalışıyorum. Bu sene özellikle birçok filme gittim. Ayvalık'ta Mavi Bahçe'de ve İzmir'de de sinemalara gidiyorum. Genelde aksiyon ve macera filmlerini seviyorum. Romantik olanlar var bir de... Üç boyutlu filmler filan geldiğinde onlara da gidiyorum. Son zamanlarda Kelebekler, Ölümlü Dünya sevdiğim filmler oldu. O ikisini çok beğenmiştim. Ayla ve Müslüm filmlerinde ben de epey ağladım. Kar filmini de seyrettim ama onu çok beğenmedim. Aslında çoğu izlemek istediğimiz film buraya gelmiyor ne yazık ki. Buraya gelmeyince İzmir'e gidip izliyoruz genelde.

Bazen annemlerle de gidiyorum sinemaya. Annem, teyzem filan... Ama bazen de annemle babam ikisi gidiyor. Çok izlenen, popüler filmleri tercih ediyorlar onlar. Ben eğlenmenin yanı sıra daha çok değişik şeyleri öğrenmek için gidiyorum film seyretmeye.

Evde film seyretmekten çok daha güzel sinemada izlemek. Hiç bölünmeden izleyebiliyoruz, dikkatle izleyebiliyoruz. Konsantremin bozulmaması için evde değil sinemada film izlemeyi seviyorum ve dikkatimi dağıttığı için sinemada film izlerken bir şeyler yemeyi sevmiyorum. Bazen o da nadiren, filme ara verildiğinde belki mısır filan yiyoruz ama o kadar.

DSLR makine_PNG.png

Buse Atalayın - Bergama 2021

Fotoğraf: Yücel Tunca

00:00 / 00:40

BerKM’nin dışında Bergama’da bir de Şen Sineması var. Adını duyuyorum ama yerini bile bilmiyorum. İstiklal Meydanı’nın orada, eski garajın karşısında olmalı. Bir de burada üst katta bir yazlık sinema var. Sadece bir iki defa film oynatmışlardı galiba. Çalışmıyor yani… Başka da sinema yok zaten Bergama’da.” 

Kelebekler. 2017
TLR makine_PNG.png

Kelebekler

2017

Ölümlü Dünya. 2018
TLR makine_PNG.png

Ölümlü Dünya

2018

Ayla. 2017
TLR makine_PNG.png

Ayla

2017

Müslüm. 2018
TLR makine_PNG.png

Müslüm

2018

Kar. 2017
TLR makine_PNG.png

Kar

2017

Buse Atalayın’ın söz ettiği BerKM’deki açık hava sinemasına da kısaca değinmekte yarar var. SineGama’nın ihalesine de giren ancak ihaleyi alamayan Şen Sineması’nın işletmecisi Şahin Asık’ın bir yaz sezonu hariç çalıştırmadığı yazlık sinema nasıl hazır ama atıl duruyorsa, BerKM’deki yazlık sinema da bugüne kadar  yapılan birkaç gösterim  dışında  öylece atıl vaziyette  duruyor.  Oysa 2016'nın Ekim ayında hafta sonları Kardeşim Benim ve Düğün Dernek 2

BerKM'nin yazlık sineması, düşünce olarak yerinde ancak uygulama ve işletme bakımından yetersizlikler nedeniyle atıl vaziyette duruyor. 

Fotoğraflar: Yücel Tunca-2019 ve Bergama

Belediyesi arşivi-2016

DSLR makine_PNG.png

filmlerinin ücretsiz gösterimlerinde dolup taşan yazlık sinema kış aylarından sonra yeniden ve sürekli çalışır hale getirilemedi.  Bergama Belediyesi’ne ait olan bu yazlık sinemanın hiç değilse bazı özel günlerde ve organizasyonlarda kullanıma sokulması Bergama halkının sosyal ve kültürel hayatına önemli katkılar sağlayabilecekken adeta kaderine terkedilmiş olması oldukça üzücü.

SineGama’nın ortaklarından Gökhan Güzeler, çocukluğunun Bergama’sından başlayarak eski sinemaları ve sinema ile arasındaki bağı anlatıyor:

“Orta ikiden beri, yani 2002’den bu yana Bergama'dayım. Bergama'ya geldiğimde sadece Şen Sineması vardı. Daha öncesinden çocukluğumdan hatırladığım Cumhuriyet Meydanı'nda, babaannemin evinin orada Yılan Yokuşu'nun yakınında iki sinema vardı. Tam ismini hatırlamıyorum şimdi. Sanırım Güven ve Yeni Sinema... Şimdi otopark olan Yeni Sinema'ya gittiğimi hatırlıyorum. Diğerinin sadece orada olduğunu biliyorum.

Şen Sineması'nın önünden çok uzun zaman önce geçtim son olarak. Çünkü bizim gençlik dönemimizde Şen Sineması’nda ‘iki film birden’ şekline, bir anlamda ‘asker sineması’na döndüğü için önünden geçmek bile ayıplanırdı çevremizde. O yüzden de çok geçmedik açıkçası.

Üniversitede fotoğraf bölümünü bitirdikten sonra sinema sektörüne yöneldim. 17-18 sinema filminde çalıştım. Görüntü yönetmeni asistanlığı yapıyorum halen. Sektörün içinde olmamın avantajı ile Ahlat Ağacı filmi de İstanbul ile aynı anda gösterime girebildi burada. Tanıdık vasıtasıyla yani! Normalde iki salonlu yerlere gelmesi çok zor oluyor böyle filmlerin. Bu da sinemamızın kanayan bir yarası.

Düğün Dernek. 2013
TLR makine_PNG.png

Düğün Dernek

2013

Kardeşim Benim. 2017
TLR makine_PNG.png

Kardeşim Benim

2017

DSLR makine_PNG.png

Gökhan Güzeler - Bergama 2021

Fotoğraf: Yücel Tunca

00:00 / 01:48

Kendimi bildiğim yaşlarda gittiğim ilk film Eşkıya filmidir. Hatta anneme şöyle demişim: ‘Sinemaya gittiğimizde ayakkabımızı çıkartacak mıyız, ona göre düzgün çorap giyeyim?' Bunu hiç unutamam mesela. Ki sinema o zamanlar öyle bir kavramdı. Özenerek gitmen gerekirdi. Şimdi çok fazla öyle değil. İnsanlar eskiden tiyatroya, operaya giderken kendilerine nasıl çekidüzen veriyorlarsa, sinemaya giderken de özel bir yere gittiklerinin farkındaydı. Bu sayede sanatçıya da daha fazla değer veriliyordu. Sanatçı, tiyatrocu, seyirci karşısına nasıl hazırlanarak çıkıyorsa, izleyici de kendisine çeki düzen vererek o ortama kendini hazırlıyordu. Ama şimdi bu yaklaşım pek kalmadı ne yazık ki.

 

Bergama'daki izleyici profili filmden filme çok değişiyor. Bir film oluyor, izleyici ağırlıklı olarak ev hanımlarından oluşuyor. Recep İvedik'te herkes oluyor, bir başkasında daha farklı oluyor... Mesela Hep Yek 3 filmine gidenler, mısır, cips yeme seslerini göze alarak gider. Ama Ahlat Ağacı'na gidenler orada mısır yenmeyeceğini bilir. Onun dışında bir şey söylemeyeyim bu konuda. Filme bakıp onun kitlesi ile ilgili bir yorumu herkes yapabilir.

Eşkıya. 1996
TLR makine_PNG.png

Eşkıya

1996

Sinema müdavimlerinden bahsedemiyoruz artık. Sadece filmin ismi üzerinden geliyorlar. Bazı filmler kulaktan kulağa duyuluyor, öyle izleyici topluyor. Mesela bazı filmler çok güzeldir, Şampiyon filmi gibi... Uzun zamandır Türk sinemasında öyle bir film yapılmamıştı. Halis Karataş'ın ve bir atın hayatını anlatan Ay Yapım'ın bir filmi... Çekimleri, konusu çok güzeldi. Öyle filmlerde şunu tahmin edebiliyorsunuz: Bu, fısıltı gazetesiyle iş yapar. Onu filmden filme, yaşadıkça anlayabiliyorsunuz. Diğer taraftan gençleri çekmek için en etkili reklam alanı You Tube. Film şirketleri ev hanımlarını çekmek istediklerinde de TV'lere reklam veriyorlar. Her reklamın kitlesi çok farklı. Ayla filmi, ilk iki haftasında hiç iş yapmadı. Ama daha sonraki haftalarda fısıltı gazetesi öyle bir çalıştı ki bir anda patladı.

Hep Yek 3. 2018
TLR makine_PNG.png

Hep Yek 3

2018

Şampiyon. 2018
TLR makine_PNG.png

Şampiyon

2018

Organize İşler: Sazan Sarmalı. 2019.jpg
TLR makine_PNG.png

Organize İşler - Sazan

Sarmalı. 2019

Arif V 216. 2018
TLR makine_PNG.png

Arif V 216

2018

Ayla, Müslüm, Organize İşler'de kapalı gişe oynadığımız haftalar oldu. Recep İvedik'i saymıyorum çünkü Türkiye'nin her yerinde öyleydi. Arif 216 da öyleydi. Bu filmler neredeyse iki aya yakın kaldı gösterimde. Bir ay kadar tam dolu oynadı bunların çoğu. Hafta içleri tam dolmasa da özellikle hafta sonları ve akşam seansları... Bergama'daki diğer sinema (Sine Atlas-YT) da geçen yıl, 2018'de kapanınca yaklaşık 100 bin kişi bu sinemada film izledi yıl boyunca. Dikili'den, Çandarlı'dan, Kınık'tan da geliyor insanlar.”

“Bergama'da yüksek nitelikli bir sinema izleyicisi yok."

Efe Nazım Arslançelik, 2016-19 yılları arasında SineGama’nın dört çalışanından biri olarak gişede görev almıştı. Arslançelik, gözlemlediği izleyici kitlesinin davranış biçimlerini ve sinema hakkındaki düşüncelerini şöyle aktarıyor:

“Bergama'da yüksek nitelikli bir sinema izleyicisi yok. Büyük filmler geldiğinde, Cem Yılmaz gibi, Gülse Birsel gibi, Türkiye çapında popüler kültürün isimlerinin filmleri geldiğinde sayısal anlamda iyi bir katılım oluyordu. Geçen senelerde fark yaratan Ayla filmi olmuştu. Popüler kültürün bir filmi değildi ama yine de epey izlendi. Burada daha çok kulaktan kulağa yayılıyor filmler; biri gittiği filmden memnun kaldığında bir başkasına anlatıyor, o da izleyince bir başkasına… Mesela kadınlar birlikte toplanıp buluştuklarında konuşuyorlar, sonra da insanlar sosyal kaygıdan dolayı ‘Ben de gitmeliyim.’ diyorlar. İlk izleyenler memnun kaldı mı gerisi geliyor. Yani seçici bir izleyici yok.

Efe Nazım Arslançelik. Fotoğraf: Yücel Tunca
DSLR makine_PNG.png

Efe Nazım Arslançelik - Bergama 2019

Fotoğraf: Yücel Tunca

00:00 / 01:14

Organize İşler gibi yetişkinlere hitap eden filmlere daha çok gençler geliyor. Orta yaştakiler pek rağbet etmiyorlar. Ama Müslüm gibi, Ayla gibi filmlere daha çok yaşlılar geliyor tabii.

Ailece gelenler nadir diyebilirim. Genelde ücretler fazla geliyor sanırım. Mesela çocuk filmine çocuğuyla beraber girmiyor anne babalar. Büyükler için olan filmlere de erkekler eşlerini ve çocuklarını yolluyor, kendileri girmiyor. Büyük şehirlere göre çok yüksek değil fiyatlar ama sinema sosyal bir alan olduğu için önceliği değil insanların. O yüzden para harcamak istemiyor olabilirler.

Hızlı ve Öfkeli. 2001
TLR makine_PNG.png

Hızlı ve Öfkeli

2001

Can Dostum. 2017
TLR makine_PNG.png

Can Dostum

2017

“Bir de pazartesi günlerini anlatayım. Pazartesi halk günüdür SineGama'da. O gün dolu olur sinema genelde."

Vesikalı Yarim. 1968
TLR makine_PNG.png

Vesikalı Yarim

1968

Sinemaya gelenlerin sayısı aydan aya, filmden filme değişiklik gösteriyor. SineGama’da iki salon olduğu için daha çok herkesin izleyebileceği filmler oynatılıyor. Yabancı film çok getirmiyorlar. İlk zamanlarda getirmişler, benim henüz çalışmadığım zamanlarda, ilk açtıklarında... Yabancı filmlere çok rağbet olmamış. Şimdi yaz aylarında mecburen yabancı filmler geliyor. Kült olanlar geldi, Hızlı ve Öfkeli serisi mesela... Süper kahramanların olduğu filmler de... Onları izleyen genç bir kitle var, hayattan soyutlanmış bir kitle bana göre onlar. Farklılar... Evden pek çıkmayan, bilgisayarda oyun oynayanlar… Filmin ilk iki haftasında geliyorlar izlemeye, sonra sayı hızla düşüyor.

Filmlere gelenlerin profili filme göre çok değişiyor. Mesela Hep Yek filmi oynadığında tuhaf tuhaf insanlar geliyordu. Elinde birayla içeriye girmeye çalışanlar oluyordu. Çocuk filmlerinde de ailelerle çok sıkıntı yaşanıyordu. Çocuk filmine gelip çocuğa bilet almak istemeyenler, kucaklarında seyrettirmeye kalkanlar… Anlattığında da anlamıyorlardı. ‘Çocuktan para mı alacaksın?' diyor ama film zaten çocuk filmi! Ahlat Ağacı'na gelen müşteri kitlesi çok güzeldi mesela. Bize karşı davranışları, sohbetleri, kibarlıkları filan bayağı üst düzeydi. Görmek istediğim genel seyirci tablosu o işte aslında.

 

Ben sinemaya gelenleri izlemeyi de çok seviyorum. Bergama’da sinema seyircisi filme girdiğinde de cep telefonunu elinden bırakmıyor. O konuda da çok sorun yaşanıyordu. Filmlerin çok önemli yerlerini, başını sonunu filan hep çekiyorlar telefonlarıyla. Hatta kaygısızca, flaşı açıp patlatıp çekenler bile oluyordu. Kimse de buna tepki göstermiyor. Alışılmış bir duruma dönüşmüş. Biz gördük mü uyarıyorduk ama izleyiciler tepki vermiyordu bu gibi durumlarda. Bazıları filmin tamamını bile çekiyordu. Konuşanlar, içeride yemek yiyenler... Hatta bazısı sanki yemek yemek için geliyordu sinemaya. Çok nitelikli bir izleyicinin olmadığını bu yüzden söylüyorum. Ben bu işin içine girinceye kadar durumun bu kadar kötü olduğunu bilmiyordum Bergama’da. Fazla kimseyle temas etmeyince anlamıyorsun. Ama cahillik çok fazla! Bilgisizlik var, nitelik yok... Geliyor, ‘Hangi film var?' diye soruyor, ismine bakıyor sadece. Mesela Can Dostum diye bir film vardı, çocuk filmi... 70-75 yaşlarında bir çift geldi, ismine bakıp girdiler. Bilerek geldiklerini düşünüp bir şey söylemedim. Sonra hemen çıktılar ‘Aaa bu çocuk filmiymiş!' diyerek... Öyle şeyler çok oluyordu. Hep Yek filmine Dikili'den iki çift gelmişti. Bilinçli bir şekilde gelmiş gibiydiler. Ben de yine sorma gereği duymadım. Filmin yarısında çıktılar, bağırmaya başladılar, ‘Bu ne biçim film! Böyle film alınır mı? Bu kadar da kötü film olur mu?' filan diye... Bir sürü bir şey söylediler. Ben de ‘Siz fragmanını filan izlememiş miydiniz? Ne olduğunu bilmiyor muydunuz?' diye sordum. ‘Hayır, izlememiştik.’ dediler. ‘Peki bize niye bağırı-

Efe Nazım Arslançelik. Fotoğraf: Yücel Tunca
DSLR makine_PNG.png

Efe Nazım Arslançelik - Bergama 2019

Fotoğraf: Yücel Tunca

yorsunuz ki o zaman?' dedik biz de... Değişik bir kitle yani... Kimse önceden film hakkında bir şeylere bakmıyor. Oyuncuları, yönetmenleri takip etmiyorlar. Filmin konusu şudur, gibi bir bilgileri yok. Ama herkesin elinde telefonu var! Türkiye genelinde nasıldır bilmiyorum ama burada kaliteli sinema izleyicisinin çok çok az olduğunu söyleyebilirim.

 

Bir de pazartesi günlerini anlatayım. Pazartesi halk günüdür SineGama’da. O gün dolu olur sinema genelde. Ve tuhaf biçimde yaşlılar gelir. Hiç görmediğim bütün yaşlılar gelir. Tasarruf mu etmeye çalışıyorlar, bilmiyorum. Çandarlı'dan bile yaşlılar geliyor. Normal bilet 13 lirayken halk gününde 10 liraya düşüyor. 3 lira tasarruf! Filmler cumadan cumaya değişiyor, o yüzden hafta sonları, cuma, cumartesi, pazar fiyat artıyor. 15 lira oluyor tam bilet, öğrenci 13 lira oluyor.

Sinema kültür sonuçta. Evden hazırlanıp çıkıyorsun, kıyafet giyip çıkıyorsun. Evde film izlemekten çok farklı. Sinemada daha konforlu film izlemek. Ses, görüntü evden daha iyi tabii. Büyük sinemalarda özellikle... Sinemaya gitme süreci de var bir de ki o da çok önemli. İnsanlarla karşılaşıyorsun, kapıda birini görüyorsun, konuşuyorsun. Bir sürü şey var. Evde bunların hiçbiri yok.

Ben aslında sinema okumak istemiştim, olamadı. Kendi çapımda biraz uğraştım. Ama izlemeyi de severim. Sanat ağırlıklı filmleri izlemeyi daha çok seviyorum. Bugünün yerli filmlerine göre Yeşilçam zamanını daha çok seviyorum. Hikâyeler daha güzel. Vesikalı Yârim mesela, çok müthiş bir düşünce! Son zamanlarda da Zeki Demirkubuz'a çok hayranım. İnsan duygularını çok iyi anlatıyor. Araştırdığını, gördüğünü anlayabiliyorsun. Tolga Karaçelik de bayağı farklı bir sinema yaptı. Sarmaşık, Kelebekler… Değişik bir şeyler denedi.

Benim bir sinemam olsa hiç değilse bir seansına Başka Sinema'dan bir sanat filmi koymak isterdim. Sonuçta sen nasıl aşılarsan öyle olur. Toplumu değiştirecek olan bu tür şeyler. Buralarda da sinema etkinlikleri yapılsa, oyuncular filan getirilse, insanlar merak eder ‘N’oluyor burada?' deyip daha çok gelebilirler.”

Gemide. 1998
SineGama'nın gişe ve büfesi. Fotoğraf: Yücel Tunca-2019
DSLR makine_PNG.png

SineGama'nın gişe ve büfesi.

Fotoğraf: Yücel Tunca-2019

TLR makine_PNG.png

Gemide

1998

SineGama’nın işletmecilerinden Gökhan Güzeler sinemada uyguladıkları politikadan ve özellikle 2018'in sonlarında sinema sektöründe yaşanan hararetli tartışmaların sinema salonlarına yansımasına dair ayrıntılardan bahsediyor:

“Bizim martın ikinci haftası, nisan başı gibi bitiyor sezonumuz. Hiçbir şekilde Türk filmi yok ondan sonra. Sinemalar hiçbir şekilde iş yapmıyor. Bütün herkes, eylülde başlar, mart sonuna kadar koyar filmini. O tarihlerin dışında hiçbir film de gişe yapmamıştır zaten. İzleyici gelmez diye filmlerini koymuyor şirketler. Hepsini bir takvime sıkıştırıyorlar. Film şirketleri hiçbir şekilde sinema gözünden bakmıyorlar. Yazın yabancı filmler vardır, Türk filmleri yoktur.

SineGama’da, burada ticari bir politika uyguluyoruz. Şunu da söyleyeyim: Dışarıda otururken konuşuyoruz ‘Keşke şu film gelse.’ filan diye… Geçen eylül ayında bir hanımefendi geldi, ‘Ahlat Ağacı'nı getirecek misiniz?' diye sordu. Dedim ki ‘Çok isteriz, hatta sürekli kalsın isteriz.’ Fakat kitle hiçbir şekilde bunu takip etmiyor. Biraz o kitleye de kızgınım. Herkes sanatla çok ilgili, sanatı çok seviyor ama sanatı takip etmiyor. Oysa takip etmen gerekir. Sanat senin ayağına gelmez. Sen takip etmezsen, ben buraya ne getirirsem getireyim bir şey fark etmiyor. İnsanlar sanıyor ki ben burada Ahlat Ağacı'nı 1-1,5 ay tutabileceğim. Öyle bir imkânım keşke olabilse. İki hafta kalabildi sadece. Biz burada ilk olarak alt yazılı filmlerle başlamıştık. Hiç kimse gelmedi! İki hafta boyunca dört-beş kişi geldi. Ve herkes Türkçe dublaj olursa geliriz tepkisini verdi. Başka çaremiz kalmadı, Türkçe dublaja geçtik. Şu bu, derken gerçekten ticari bir noktaya geldik. Başka çaremiz de yok. İki salonunuz varsa, ara kulvarınız olmuyor. Mesela benim burada altı salonum olur, ben o zaman bir salonumu festival filmine ayırırım. Onu o zaman yapabilirim. Bizim 61 ve 63 kişilik iki salonumuz var. Cep sinemasının da altındayız yani sayı olarak. Ben bu koltuk sayısına da ulaşamazsam zaten kendimi çeviremiyorum.  Şunu isterdim gerçekten de: Beş tane salonum olsun, üç tanesini gişe filmlerine ayırayım, diğer ikisi festival ya da özel filmler olsun. O zaman yapabilirdim. Ama bu şekilde gerçekten çok zor oluyor.

Mesela Organize İşler filmini günde beş seanstan aşağıya bana vermez dağıtımcı. ‘O salonu tümüyle benim filmime vereceksin.’ der. Bu şekilde anlaşmalar var. Ben buraya iki salonum varken beş film alamam. Hiçbir film sahibi bunu kabul etmez. Bir seans benim filmim oynayacak, daha sonraki seans başkasının filmi oynayacak, bunu kimse kabul etmiyor. Ticari filmlerle diğerlerini yan yana koyamıyoruz. Ya komple onu yapacağım ya da hiç yapamıyorum.

“Geçen eylül ayında bir hanımefendi geldi, 'Ahlat Ağacı'nı getirecek misiniz?' diye sordu. Dedim ki 'Çok isteriz, hatta sürekli kalsın isteriz.' (...) İki hafta kalabildi sadece."

TLR makine_PNG.png

Sine Gama için çekilen bir tanıtım röportajı

“Bir de sinema salonlarındaki tekelleşme mevzusu var tabii. El birliği ile bu hale getirildi."

Sinema gitgide daha kötü oluyor. Uzun vadede bakacak olursak çok da fazla yaşamaz sinema. Bu son çıkan kavgalar (Netflix'e filmlerini vizyon öncesi veren yerli firmaların 2018 sonunda neden olduğu tartışmalar-YT) konusuna girmek de istemiyorum. Hiçbir şekilde onay verdiğim, tasvip ettiğim bir durum değil. O konuda her sinemacı gibi ben de sinirliyim çünkü bu sanattan tüccarlığa geçmek anlamına geliyor. Filmini sen sinemada oynarken satıyorsan ve bir basın açıklaması yapıyorsan ‘190 ülkede Türkiye'yi tanıtmak için’ vesaire diyorsan… Fakat diğer ülkeler bunu oynatamaz. O ülkelerin yasaları var, devlet zaten koruyor sinemacısını. Fransa'da, İngiltere'de, Amerika'da, herhangi bir yerde... kimisinde 6 ay, kimisinde 2 yıl içinde, vizyona giren ya da girmesi düşünülen bir film bir TV platformunda oynatılamaz. Ama Türkiye'de bir açık var, bunu da çok güzel değerlendirdiler. Aslında burada sinemacıların kızdığı nokta hemen Netflix'e düşmesi değil, sinemacılara haber verilmemesi. Herkes öyle bir anlatıyor ki, ‘10 TL'ye bilet aldığınızda bize 4 TL kalıyor’ diyor yapım şirketleri. Sinema işletmecisine 6 TL kalıyor gibi konuşuyorlar. Sinemacıya kalan para, bütün vergiler, hepsi çıktığında 3.75! Bunu hiç kimse konuşmuyor. O noktada da çok kızgınım. Ve bu iyiye gidecek gibi de görünmüyor.

Bir de sinema salonlarındaki tekelleşme mevzusu var tabii. El birliği ile bu hale getirildi. Malum sinemanın sahibi Türk bir abimizdi. Hiç kimse de ona bir şey söylemedi o zamanlar. Kimse bir şey diyemedi ona. Ne zaman ki o sinema zinciri Korelilere satıldı ondan sonra herkes konuşmaya başladı. Onlar almadan önce de vardı bu. Herkes kampanyalı biletleri alıyordu o zaman da.

Ben sinemanın mutfağındayım aynı zamanda. Film de çekiyorum, sinema salonu da işletiyorum. Yeni yeni öğreniyorum bu işi de... Şöyle bir durum var: Herkes tek taraflı bakıyor. Kimse bir çözüm aramıyor. Herkes bu kavganın içinde ama işletmeci tarafından düşünecek olursak o diyor ki, ‘Ben biletleri Migros'a kadar kampanyalı vermesem senin filmin zaten bu kadar izlenmez.’ Şimdi eğri oturalım doğru konuşalım... Evet, herkes çılgınca sinemaya gitme düşüncesinde değil. Bergama'da 10 kişi filan sayarım her filme gelen. 11 kişi olmaz bu sayı. O yüzden de iki taraflı düşünmeleri gerekirken, bu olmadı. Olmayacak da... Herkes sadece kendi çıkarını düşünüyor. Karşı tarafı hiç kimse hiçbir şekilde dinlemek istemiyor. Ama bakarsan iki taraf da haklı. Hiçbir çözüme de varılmayacak. Bu iki tarafı da çökertir. Evet, Yılmaz Erdoğan filmini Netflix'e sattı ama en büyük darbeyi de kendisine vurdu. Evet, bizi de çok kötü etkiledi ama onu daha kötü etkiledi. BKM iki ortaklıdır. Yılmaz Erdoğan ve Necati Akpınar. Yılmaz Erdoğan sanatla uğraşır, Necati abi tüccardır. Sanatçının düşüncesi farklıdır, tüccarın düşüncesi farklıdır. Burada tüccarı kötü bir laf olarak kullanmıyorum, öyle algılanmasın. İş yani, ticaret... Necati Abi için çok güzel bir ticaret ama Yılmaz Erdoğan için çok kötü bir şey. Kendileri de memnun değil. Dikkat ederseniz bu sene başka filmler vizyona girmedi. Cem Yılmaz girmedi, Şahan (Gökbakar) girmedi, Mahsun Kırmızıgül girmedi. Yılmaz Erdoğan girmek zorunda kaldıysa bu sebepten dolayı. Sen Amerikan şirketi ile sözleşme imzalarsan geri dönüşün olmaz. Mantıklı bir yatırımdı aslında. 1 Ocak'ta vizyona girebilseydi film, altıncı haftasında Netflix'e satılmış olacaktı. Çok büyük bir kâr! O zaten altı haftada istediği seyirci sayısına ulaşmış olacaktı. O zamanın koşuluna göre çok çok mantıklıydı. Şöyle bir uzaktan bakınca evet, ben de bir film çeksem ve altıncı haftasında Netflix'e satabilsem, diyebilirim. Ama bu kavgalar çıkınca film çok gecikti, 1 Şubat'ta vizyona girdi. Öyle olunca ikinci haftasında Netflix'e düşmüş oldu film.”

Sertaç Dalkıran da Türkiye’deki sinema sektöründe 2018 yılının sonlarında yaşanan çatışmanın tedirgin edici olduğunu düşünüyor:

“Son yaşanan sektörel olaylar bizi açıkçası biraz tedirgin etti. Nasıl olur, nasıl gider? İşte konuştuğumuz bu Netflix olayları... Gişe yapan, ticari anlamda para kazandıran filmler bu yola girerse, küçük ve sınırları belli olan bizim gibi sinemalarda sıkıntı yaşanabilir. Maliyetleri karşılayamadığımız noktaya doğru gidilirse... Bu sadece bizim için değil Türkiye genelinde de böyle yani. Büyük şehirlerdekilerin belki masrafları daha da fazladır. Devlet bu konularda belki bir yasa çıkartabilir, güvence altına alabilir, diye düşünüyorum. Yine de karamsarlığa kapılmamak lazım. En olması gereken devletin, sinema sektöründeki herkesi kapsayıcı ortak akılla bir kanun çıkarması. Bir düzenleme yapılması sektörün sorunlarını azaltabilir. Çünkü kişisel olarak yapılabilecek hiçbir şey yok.” 

“Son yaşanan sektörel olaylar bizi açıkçası biraz tedirgin etti. Nasıl olur, nasıl gider? İşte konuştuğumuz bu Netflix olayları.."

Yeni kuşak sinema işletmecileri global ve yerel birçok sorunla baş etmeye çalışırken, eski kuşaktan işletmeciler, makinistler, sinema çalışanları kendilerinin de farklı biçimlerde yaşadıkları zorlukları unutmaksızın günümüz sinema salonlarını değerlendiriyorlar:

Beytullah Özyıldız: “BerKM’de bir kere sinemaya gittim. Korkunç bir ses düzeni vardı. O kadar parazitli ki beni rahatsız etti. Hiç zevk vermedi. Bir komedi filmi vardı, bu Güldür Güldür’de oynayan bir çocuk var, hoşuma gidiyor, ona gittim ama ses düzeni… Görüntü güzel, tamam… Ama hoparlörler tweeter değil. Kaliteli değil. Orayı tweeter döşemeye kalksan zaten dünyanın parası. 40-50 milyon yapar. Çok para! Biz o zamanlar iki tane hoparlör alıyorduk, büyük bir paraydı. Motosiklet alırdın o parayla… Baktım ses düzeni iyi değil, çıktım gittim.”

Recep Canoğlu: “BerKM'deki yeni sinemaya hiç gitmedim ama oğlum sürekli gitti, ondan istihbaratını aldık. Eski sinemalar kadar verimli olmadığını duydum.

İçinden gelmemize rağmen biz bile soğuduk, uzaklaştık sinemadan. Öte yandan film ne kadar kaliteli olursa olsun sinema perdesinde izlediğiniz gibi izleyemezsiniz evde. Sinema perdesinin verdiğini televizyon veremez. Salondaki havayı koklamak gerekiyor. Akustik var, seyirciler var... Her şey daha başka oluyor sinemada.”

Recep Canoğlu’nun da dediği gibi "Her şey daha başka oluyor sinemada." Fakat bazen hayatın kendisi de beyaz perdede dalıp gittiğimiz düşsel dünyayı gölgede bırakan beklenmedik, umulmadık, neredeyse hayal dahi edilemeyecek durumlarla karşı karşıya kalmamıza neden oluyor. 2019 yılının son aylarında Çin’in Hubei eyaletindeki Wuhan kentinde ortaya çıktığı iddia edilen ve hızla dünyaya yayılan Kovid-19 virüsünün yıkıcı etkisiyle hayat durma noktasına gelince pek çok şey değişti.

(...) Fevzi Genç, 2020 Temmuz'unun başlarında basına verdiği demeçte, 2020 yılında Türkiye'de 500 kadar sinemanın kapısına, bir daha açılmamak üzere kilit vurmak zorunda kalınacağını söylemişti.

Bir yıl içinde milyonlarca insanın ölümüne neden olan pandeminin sonuçlarından korunmak için çeşitli ‘kapanma’ önlemleri alındı.  Kültür, sanat ve eğlence mekânlarının kapatılması gibi önlemler başka yıkıcı sorunların ortaya çıkmasına sebep oldu. Türkiye’deki sinemalar İçişleri Bakanlığı’nın yayınladığı bir genelge ile ilk olarak 16 Mart ile 30 Haziran 2020 tarihleri arasında kapalı tutuldu. Her ne kadar bu yasaklama 1 Temmuz’da sona erdiyse de izleyicilerin önemli bir kısmı virüs korkusuyla salonlara geri dönmedi. 

 

Sinema Salonu Yatırımcıları Derneği (SİSAY) Genel Sekreteri Fevzi Genç, 2020 Temmuz'unun başlarında basına verdiği demeçte 2020 yılında Türkiye’de 500 kadar sinemanın kapısına, bir daha açılmamak üzere kilit vurmak zorunda kalınacağını söylemişti. Pandeminin etkisinin Türkiye’de henüz görülmediği yılın ilk 75 gününde 16 milyondan fazla biletin satıldığı sinemaların 1 Temmuz- 30 Ağustos tarihleri arasındaki izleyici sayısı 100 bini ancak aşabildi.

Pandeminin kış aylarıyla birlikte ikinci kez etkisini arttırması üzerine yine İçişleri Bakanlığı tarafından, önce 20 Kasım’dan 31 Aralık 2020’ye kadar geçerli olacak bir genelge daha yayınlandı ve sinema salonları bir kez daha kapatıldı. Sürenin sonunda ek bir genelge ile sinemaların kapalı kalma süresi 1 Mart 2021’e; çeşitli mutasyonlara uğrayarak yayılma hızı artan virüsün ülkedeki ve dünyadaki vaka sayılarını yükseltmesi ve başlangıçta vaat edilen aşılama sayısına ulaşılamaması gibi nedenlerle bu kez 1 Nisan 2021’e; sonrasında 12 Mayıs 2021’e ve ardından 1 Haziran 2021'e kadar uzatıldı. Kontrollü normalleşmenin başlangıç tarihi olarak belirlenen 1 Haziran'dan bir gün önce yayınlanan yeni genelgede, sinemaların gerçekten de haziranın ilk günü açılacağı vurgulanıyordu. Ne var ki süreci yönetmekte zorlanan hükümet, bu bocalamayı iyice görünür kılacak bir karar alıp 2 Haziran'da sinemaları yeniden kapattı ve açılış tarihini 1 Temmuz'a öteledi. Araştırmanın yayınlandığı günlerde Türkiye’deki tüm sinema salonları 8 aya yakın bir süredir kapalı durumdaydı. Gerçekçi bir devlet desteği de alamayan pek çok işletmecinin bu süreci atlatmaya belli ki gücü yetmeyecek.

KAPANIŞ SAHNESİ

Kapanış Sahnesi

Bergama sinemaları ile ilgili anılarını anlatırken Mehmet Tevfik Olur’un söylediği gibi: "Hayat sinema işte!" Pandeminin yıkıcı atmosferinde bu sözün farklı anlamlarını düşünüyor insan.

Eski ya da yeni tüm sinemaların beyaz perdelerine yansıyan filmler, izleyicileri gerçek ile hayal arasındaki o büyülü arafa taşır. Araftaki izleyicinin yaşadığı hayattan uzaklaşma ihtiyacını karşılayan; zaman ve mekânı yeniden kurgulayarak gerçekliğe yeni bir açılım kazandıran; bazen özdeşleşme bazen yabancılaşma etkisi yaratan sinema, bireysel ve toplumsal düzeyde belirleyici bir kültürel olgu olma özelliğini hayatın bütün alanlarındaki değişimlere rağmen kaybetmez.

MUSIC_PNG.png

Timeless / The Call

Onur Meriç Tunca

00:00 / 03:01
CavidBey_SahinAsık_web_final.jpg
palet_firca.jpg

Bolşevik Cavid Bey’den son Mohikan Şahin Asık’a kadar, Bergama’nın tüm sinema emekçilerine, dünyamızı güzelleştirdikleri için saygıyla…

İllüstrasyon: Nermin Yağmur Erman, 2021

Kültür-sanat, eğlence ve ticaret sacayağına oturan sinema, diğer pek çok kitle iletişim aracı gibi özünde mutlak surette siyaseti barındırır.

Kendimizden kaçtığımız ya da tam tersine beklenmedik biçimde kendimizle karşılaştığımız; bize benzeyen veya benzemek istediklerimizle buluştuğumuz; hayallerimizi, ufkumuzu genişlettiğimizi düşünürken gerçekliğin farklı boyutlarına vardığımız sinema deneyiminde özne ‘ben’ gibi görünse de asıl özne ‘biz’dir. Sinemanın kapsayıcı gücü, türdeş olarak benzerliklerimizle ve birey/toplum olarak farklılıklarımızla yüzleşmemizi sağlar. Bu deneyim dünyanın neresine giderseniz gidin benzer bir sonuca varır ki Bergama da bundan azade değildir. Yazlık Şen Sineması’nda Tüdanya’nın acıklı hikâyesinde hep birlikte ağlayarak mendiller ıslatmak; Yeni Sinema’da Kemal Sunal’a hep birlikte kahkahalarla gülmek; Yıldız Sineması’nda hayranlıkla izlenen Türkan Şoray’ınki gibi saçları kestirmek; Güven Sineması’ndan çıkarken kendini Yılmaz Güney’den bile daha solcu hissetmek; Cumhuriyet Sineması’ndaki kovboy filminden sonra hep birlikte bir kahvehaneye oturup Kanada rüyalarına dalmak; tüm bu deneyimin bir parçası olarak akıllara kazınacaktır.

Kültür-sanat, eğlence ve ticaret sacayağına oturan sinema diğer pek çok kitle iletişim aracı gibi özünde mutlak surette siyaseti barındırır. Teknik bir buluş olarak insan yaşamına dahil olduktan hemen sonra yapılanmasıyla ve içeriğiyle kitlelere ‘özellikle farklı’ veya ‘kasten benzer’ düşünceleri, davranışları yansıtır. Bu yansıma beraberinde değişime açık biçimlenmeyi ve değişime kapalılığın sürekliliğini getirir. Karşıt anlayışların çatışmasıyla gelişen sinema, iktidar ve muhalefetin mücadele alanıdır. Özgür, eleştirel düşüncenin en güçlü enstrümanlarından biri olarak görülebileceği gibi, tutucu aklın, statükonun propaganda alanlarından biri olduğunu da görmek gerekir. Bu yaklaşımla sinema filmleri ve sinema salonlarının bireyden başlayarak toplumlara doğru genişleyen bir yelpazede insanı, kasabayı, kenti, ülkeyi ve dünyayı biçimlendirme işlevine ve gücüne sahip oldukları rahatlıkla söylenebilir.

Sinema aslında iç içe geçen hikâyeler bütünü olduğu için böyle bir işleve ve böylesine büyük bir etkiye sahip olmalı. Hikâyenin bir tarafındaki sanatsal ve ideolojik anlamda egemen veya bağımsız/muhalif sektörel bir organizasyon, çekilecek filmlerin içeriğini, anlatım dilini, oyuncu kadrosunu, saç stillerini, kostümlerini ve yönetim biçimini belirleyip, dağıtımcı şirketler ile birlikte filmlerin gösterileceği sinema salonlarına, sayısına, gösterim mevsimine kadar bir dizi karar veriyor. Hikâyenin diğer ucunda, evinden çıkıp sosyal bir ortam olan sinema salonuna farklı beklenti ve kültürel, siyasi altyapısıyla gelerek bireysel ve kitlesel bir deneyimin paydaşı olan izleyiciler bulunuyor. Bu üretici ve izleyici hattının arasında tüm süreci yasalarıyla belirleyen, sınırlar çizme cüretinde bulunan, denetleme hakkını kendinde gören, yeri geldiğinde yasaklar üretebilen siyasi otorite ile kitlelere izleyecekleri filmleri telkin eden çok çeşitli medya organları yer alıyor. Her filmin hikâyesi bu nedenle bir yasa maddesiyle başlıyor, senaryoda belirginleşiyor, film setinde ve montaj stüdyolarında olgunlaşıyor, sinema salonlarının dekorasyon ve teknik olanaklarıyla farklılaşıyor, karanlıkta koltuğuna gömülüp pür dikkat filmi izleyen bireyin zihninde yeniden şekillenip salon ışıklarının yanmasından itibaren yıllara yayılan devasa bir toplumsal hafızanın parçası haline geliyor. Tam da bu yüzden hayat sinemaya, sinema da hayatın kendisine dönüşüyor. İzlenen her film hayata eski/yeni bir anlam katarken, kapanan her sinema salonu hayattan muhakkak bir parça eksiltiyor.

1920’lerden bu yana Bergama sinemalarına hayat veren tüm emekçilere saygıyla…

 

Yücel Tunca / Bergama - 2018-21

bottom of page